Sekreter // 8. Keşif

         Deniz toplantı sonrası bir bahane uydurup Ege'nin yanından kısa süreliğine de olsa kaçmıştı. Ama bu bahanenin çok da uzun ömürlü olmadığını biliyordu. Her an masasının üstünde duran telefon çalabilir ve Ege onu içeriye yanına çağırabilirdi. Deniz özellikle biraz önceki toplantıdan sonra içeri girerse olacakları az çok tahmin edebiliyordu. O yüzden en azından bugün ne olursa olsun ondan uzak kalmak istiyordu. O sırada telefon çaldı ve Deniz bir anlığına korktuğunun başına geldiğini düşündü. Ardından iç çekip kaderine boyun eğercesine telefona uzandı. Ama korktuğunun aksine telefondaki Ege değil, Eren'di.
"Deniz birer kahve içelim mi? Yarım kalmış bir sohbetimiz var. Daha doğrusu henüz hiç bahsini açmadığımız bir sohbetimiz var." dedi sakin bir sesle. Deniz sonunda beklediği telefonu almıştı. Gülümseyerek,
"Hemen geliyorum." dedi ve ardından telefonu kapatıp mutfağın yolunu tuttu. Kısa sürede kahveleri yapmış ve soluğu Eren'in yanında almıştı. Eren'in odasında biraz köşede kalan bir koltuk takımına geçip kahvelerin olduğu tepsiyi önünde duran geniş sehpaya bıraktı. Eren masasından kalkıp Deniz'in yanına geldi. Sehpanın üstündeki kahveyi aldı. Ardından iç çekip,
"Oldukça yorucu bir gündü. Ve bu kahve ilaç gibi geldi." dedi kahvesinden yorgunluğunu almasını umduğu bir yudum aldıktan sonra. Deniz gülümseyerek kafasını sallayıp onayladı ve o da kahvesinden bir yudum aldı.
"Sanırım artık anlatsam iyi olacak. Bunu Efe de Ege de bilmiyor. Yani bu acıyı hala çektiğimi bilmiyorlar." dedi Eren acı bir gülümsemeyle ve peşinden derin bir nefes aldı.
"Ahu ile ben iki yıl önce tanıştık. Kısa süre sonra da sevgili olduk. Fark ettiysen, Ahu oldukça güzel bir kadın ve ben de her sağlıklı erkek gibi ondan etkilendim. Aramızda güçlü bir aşk vardı. Ya da bu sadece benim için geçerliydi. Çünkü hiçbir zaman onun bana olan duygularından emin olamadım. Belki de onun için gönlünü eğlendirdiği biriydim. Çok ironik..." dedi alaycı bir şekilde gülerek.
"İronik olan ne?" dedi Deniz merakla.
"Ben de zamanında çok gönül eğlendirdim. Belki de kırdığım kalplerin sahiplerinin ahları tuttu. Her neyse... Bir hafta sonu bir ürün kalitesi sorunu çıktığı için ham maddeyi aldığımız firmanın üretim şirketine gitmek zorunda kaldım. Ahu'ya da iş gezisine çıkacağımı söyledim. Ama sonra firmadan özür dileyen bir mail eşliğinde hata telafisi yapılacağı haberi gelince gece uçağımı iptal ettim ve eve döndüm. Eve döndüğümde Ahu..." dedi ve sustu. Deniz onun susmasıyla birlikte ardından gelecek cümlenin fazlasıyla farkındaydı. Aynısını yaşamıştı nasıl olsa.
"Bizim yatağımızda başka biriyleydi. Birlikte yattığımız yatakta benim yerime başka bir adam vardı. Ve o adam kimdi, biliyor musun?" dedi öfkesini dizginlemeye çalışarak.
"Nereden bilebilirim, Eren? Kimdi?" dedi Deniz kaşlarını çatıp anlamayarak.
"Tanıdığın biri, Deniz. Kesinlikle tanıdığın biri..." dedi alaycı bir sesle gülerek.
"Söyle artık!" dedi Deniz meraklı bir sesle.
"Ege!" dedi sesi titrerken. Eren'in tek kelimesiyle bir anda Deniz'in başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi oldu. Ege bunu Eren'e nasıl yapabilmişti? Deniz acaba bu duyduklarından sonra nasıl Ege'ye aynı şekilde davranabilirdi ki?
"Ege mi? Sana bunu nasıl yapar?" dedi Deniz yaşadığı dehşet hissinden sıyrılmaya çalışarak.
"Sarhoşmuş. O geceyi hatırlamıyor bile. Aradan geçen bir yıla rağmen hala zerre bir şey hatırlamıyor. Ahu barda Ege'yi görmüş, onu sarhoş edip baştan çıkarmış. Şaka gibi olansa, bunları bana kendisi sanki övünecek bir şeymiş gibi bir bir anlattı." dedi Eren sinirli bir sesle. Deniz her ne kadar Ege'nin sarhoş olduğunu duyduğu için içi biraz olsun rahatlasa da yine de aklı almıyordu. Nasıl yapmıştı?
"Kötü olansa onu hala her şeye rağmen seviyorum. Onu her gördüğümde hala kalbim deliler gibi çarpıyor." dedi Eren hüzün dolu bir iç çekişle. Ardından öne eğilip kafasını elleri arasına aldı. Acımasızca saçlarına asıldı. Onun bu hali Deniz'in içini parçaladı. Deniz bir elini Eren'in saçlarını kavramış bir elinin üstüne diğer elini ise Eren'in omzuna koyup,
"Aşk işte... İlla ki yakar." dedi acısına ortak olarak. Yüzüne şefkatli bir gülümseme yerleştirdi.
"Sen de mi?" dedi Eren kafasını kaldırıp şüpheyle Deniz'in yüzüne bakarak. Deniz acıyla gülümserken kafasını sallayıp Eren'i onayladı. Eren beklentiyle Deniz'in yüzüne baktı. Deniz sıranın kendisinde olduğunu anlayınca alayla güldü.
"Sıra bende mi yani?" dedi gülmeye ara verdiğinde. Eren hevesli bir şekilde başını salladı. Deniz tekrar güldü. Ardından derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı.
"Üniversitedeyken bir sevgilim vardı. Okulda ilk tanıştığım insan... Her şeyi birlikte yapardık. Bana olan ilgisini biliyordum. Benim de ona karşı hislerim vardı ama ne arkadaşlığımızı bozmak ne de onun tarafından incinmek istiyordum. Oldukça çapkındı ve beni üzeceğine emindim. Ama o beni üzmeyeceğine kırmayacağına inandırdı. Her şey çok güzeldi. Birlikte tam tamına iki yıl geçirdik. Sonunda bana evlenme teklifi bile etmişti. Ben bu toz pembe gözlüklerle kendimden geçmiş, mutluluk bulutlarında dans ederken gerçeklerin hiç de öyle olmadığını fark ettim. Her neyse... Bana yaptığı evlenme teklifinin üstünden bir hafta falan geçmişti. O gün dersim falan yoktu ama sırf onun sınavı var diye okula gittim. Riskli bir durumdaydı çünkü. Çalışmasına yardım edeyim, destek olayım dedim. Bölümün kafeteryasına girmemle bir de ne göreyim? Bizim bölümün, kusura bakma ama, orospusuyla kucak kucağa yiyişiyorlardı. Herkesin içinde onun ağzına sıçtım tabii ama o da benim kalbime sıçmıştı. Bence onun yaptığı daha ağırdı. Okulun geri kalan zamanı hep etrafımdaydı. Her gördüğümde aklıma aynı şey geliyordu. Benim için çok zor ve uzun bir yıldı o yıl." dedi iç çekerek. Eren elindeki fincanı Deniz'in fincanına hafifçe çarptırdı.
"Hayatımızın içine sıçanlara..." dedi çarpık bir gülümsemeyle. Deniz de gülümsedi. O da fincanını Eren'inkine çarptırıp,
"Bizimle sürebilecekleri mutlu hayatı ellerinin tersiyle iten aptallara..." dedi alaylı bir sesle. Ardından ikisi de gülüp kahvelerinden bir yudum aldılar. O sırada kapıda bir tıklama duyuldu. Eren bir şey demeden kapı açıldı. Ege hışımla içeri girdi. Deniz ve Eren kafalarını kapıdaki Ege'ye çevirdi. Ege'nin gözleri Eren'in boş masasındaydı. Boş olduğunu görünce tam geri çıkıyordu ki, kafasını istemsizce diğer tarafa çevirdi ve kendisine bakan ikiliyi gördü. Ellerindeki fincanları kısa bir süre için süzdükten sonra,
"Çalıştığınızı görmek ne güzel!" dedi alaylı bir şekilde gülerek. Gülüşü neşeli ve Eren için şüphe uyandırmıyordu ama aynı durum Deniz için geçerli değildi. Deniz o gözlerin derinlerine gizlenmiş öfkeyi görebiliyordu. Tedirginlikle uygundu. Belki de dediğini yapmayıp Eren'in odasına kaçmak Deniz için pek de doğru bir değildi. Deniz ve Ege'nin sözsüz iletişiminden habersiz olan Eren saatine baktı. Ardından Ege'ye bakıp
"Teknik olarak mesai saatimiz doldu." dedi Eren rahat bir şekilde omuz silkerek.
"Bu benim on beş dakikadır Deniz Hanım'ı aradığım gerçeğini değiştirmiyor, Eren." dedi gözlerini kısarak. Deniz içinden kendine bir küfür savurdu. Ege sandığından daha fazla kızgın gözüküyordu. Eren, Ege'nin bu yersiz öfkesine bir anlam veremeyerek,
"Sakin ol, Ege. Neden hemen celalleniyorsun? Bizim işimiz de daha yeni bitti. Daha yeni oturduk. İkimiz de yorulduğumuz için Deniz'den ikimize birer yorgunluk kahvesi yapmasını istedim. Olan bu." dedi sakin bir ses tonuyla. Deniz şaşkın bakışlarını yanında rahat bir şekilde yalan söyleyen Eren'e çevirdi. İkisi de iyi biliyordu ki çalıştıkları falan yoktu. Ege, Deniz'in bakışlarını fark etti.
"Moda Tasarım bitirdiğini sanıyordum, Eren. Avukatlık değil." dedi iğneleyici bir sesle.
"Ben sadece..." diye başladı Eren ama Ege onu susturdu.
"Eminim ki Deniz Hanım'ın da ağzı dili vardır, Eren Bey." dediğinde Eren somurtarak sustu. Deniz konuşurken Ege'nin gözlerinin karardığını gördü. Deniz'in ağzı ve dili olduğunu gayet iyi biliyordu. Bunu kendisi birinci elden test etmişti. Şimdi de sanki aklına test süreci gelmiş olmalı ki gözleri kararmıştı. Deniz bu yoğun bakışlar karşısında zorlukla yutkundu.
"Özür dilerim Ege Bey." dedi boğazını temizledikten sonra az çıkan bir sesle. Ege'nin yüzüne Deniz'in 'Bey' demesiyle öfkeli ifadesini bir anlığına silen çapkın bir gülümseme yayıldı ama genç adam kendini hemen toparlayıp eski ciddi ifadesine büründü.
"İşinizin başında olun, Deniz Hanım. Size söylenenleri yapmanız bekleniyor." dedi dudaklarında gezinen hafif çapkın bir sırıtışla. Eren ortamda oluşan gerilimi fark etmişti. Bu bunaltıcı ve sinir bozucu havayı ortadan kaldırmak için gülerek,
"Artık ona söylediklerini yapabilmesi için yarını beklemen gerekecek. Az önce de belirttiğim gibi mesai saatimiz doldu." deyip fincanını sehpaya bırakıp ayağa kalktı. Ardından Deniz'e dönüp,
"Hadi hazırlan çıkalım. Seni eve bırakırım. O taraflarda bir işim var. Seni işinden alıkoymanın bedelini de ödemiş olurum böylece." dedi Eren saklamaya çalıştığı alaycı bir tonlamayla. Eren'in sözleri karşısında Ege'nin çenesi kasıldı ama bir şey demeden odadan çıkıp kapıyı arkasından çarptı. Anlaşılan Deniz kurtulmuştu. En azından şimdilik... Eren, Deniz'in gözlerindeki tedirginliği görmedi. O Ege'nin öfkeyle çarpıp çıktığı kapıya şaşkınlıkla bakıyordu. Ege soğukkanlılığı ile bilinirdi. Öfkelense bile bunu ürkütücü bir sakinlikle gösterirdi. Öfkelendikçe daha da soğuk olurdu. Ama biraz önceki halinin bununla alakası yoktu. Ege ilk defa bir zayıflık göstermişti. Sinirlerine hâkim olamamıştı. Eren kafasını yanında kendisinin biraz önce yaptığı gibi kapıya bakan genç kadına çevirdi. Kadının bakışlarındaki tedirginliği de o an fark etti. İçine bir şüphe düştü. Acaba ikisi arasında bir şey olmuş olabilir miydi? Tam ağzını açmış bunu soracaktı ki,
"Ben şu bardakları mutfağa götüreyim. Sonra da montumu ve çantamı alayım. Ondan sonra çıkabiliriz." dedi bakışlarını kapıdan ayırmadan. Ardından Eren'in konuşmasına fırsat vermeden bardakları tepsiye koyup odadan hızla çıktı. Eren düşünceli bir şekilde arkasından baktı.
"Kesinlikle benden sakladıkları bir şey var." dedi şüpheli bir tonlamayla gözlerini kısarak.
Eren'in arabasının üstü açıktı. Bir eylül akşamı için hava serindi. Ama Deniz de Eren de bu durumdan şikayetçi değildi. Araba hızla yolda giderken Deniz'in saçları halinden memnun olduğunu gösterircesine neşeyle uçuşuyordu. Tüm bu hoş duruma rağmen Deniz'in içinde hala Ege'nin öfkesinin verdiği rahatsızlık hissi vardı. Belki de bundandır ki, yol boyunca sessiz kalmış, Eren'in sorularına kısa cevaplar verip pek konuşmamıştı. Eren bunun sebebini başta üniversitede yaşadıklarını anlatmasından kaynaklandığını sanıyordu ama sonra aklına çıkmadan önce Ege ile aralarındaki gerilimi hatırladı. Belki de Ege'nin bu tavrı Deniz'i sandığından daha fazla etkilemişti. Eren arabayı Deniz'in evinin önünde durdurduğunda Eren onun hala düşünceli bakışlarla camdan dışarı baktığını fark etti. Elini Deniz'in omzuna koyup hafifçe dürttü. Deniz irkilip hafifçe olduğu yerde sıçradı.
"Geldik." dedi Eren şefkatli bir gülümsemeyle.
"Ah, sanırım daldım gittim. Geldiğimizin farkında bile değildim. Bıraktığın için teşekkür ederim." dedi Deniz ve ardından arabadan indi. Eren de Deniz'i şaşırtarak arabadan indi. Eren, Deniz'in bakışlarını fark edip,
"Sahte bir sevgili olarak görevimi yapıyorum." dedi alaycı bir şekilde gülerek. Sonrasında ise ciddileşip,
"Bugün beni dinlediğin ve destek olduğun için teşekkür ederim." dedi Deniz'in gözlerinin içine bakarak.
"Önemli değil, Eren. Seni anlıyorum. Söylediğim gibi eski sevgililerle ilgili çok orak noktamız var." dedi Deniz anlayışla gülümseyerek. Eren, Deniz'e doğru eğilip yanağından öptü.
"En iyi arkadaş olma yolunda emin adımlarla yürüyorsun, Deniz." dedi Eren içten bir sesle. Deniz mutlulukla gülümsedi.
"Çok tatlı bir patronum var! Hangi iyiliği yapmış olabilirim acaba?" dedi Eren'e gülümseyerek. Eren, Deniz'in sonunda moralinin düzelmiş olduğunu fark etti. Alaycı bir tavırla omuzlarını silkti.
"Şirkette görüşürüz." dedi Eren göz kırparak. Deniz de gülümseyerek başını sallayıp onayladı. Ardından evin dış kapısını açı bahçeye sonra da eve girdi. Eren onun içeri girmesiyle arabaya atladı ve kendi evinin yolunu tuttu.
Deniz sabah uyandığında daha doğrusu uyandığını sandığında kafası yastıkla bütünleşmiş gibiydi. Başında onu kıvrandıracak derede güçlü bir ağrı vardı. Sonrasında sıkıntıyla bir nefes çektiğinde fark ettiği ikinci şeyse burnundan nefes alamadığıydı. Tıkalı bir burun ve yoğun baş ağrısı... Deniz ne olduğunu anladığında sıkıntıyla inledi.
"Hadi ama! Gerçekten grip mi oldum? Of! Hep Eren ve onun o tapılası güzellikteki açık arabası yüzünden!" dedi çatallı bir sesle. Boğazını temizlemek için öksürdüğünde boğazı acıyınca durdu ve böylece gerçekten de grip olduğundan emin oldu. Eli alnına gitti. Ateşi vardı ama çok değildi. En azından ateşi çıkmadığına şükrederek kendisini yataktan adeta sürükleyerek çıkardı. Babası ve Mavi evde yoktu. İkisi de İzmir'e babasının evini temizliğe gitmişlerdi. Bu yüzden Deniz evde yalnızdı. Kendisini giyinmeye zorladı. Güç bela hazırlandıktan sonra mutfağa indi. Önce sepetteki ilaçları karıştırdı ve bir ağrı kesici bir de grip ilacı buldu. Kendine hızla bir tost yaptı. Zaten zor hazırlandığı için yeterince zaman kaybetmişti. Hızla tostunu yeyip bir bardak su eşliğinde ilaçları içti. Kendini biraz daha iyi hissediyordu. Anahtarını ve çantasını alıp evden çıktı.
Saat sekizi birkaç dakika geçe Deniz masasına oturdu. Çantasını masasının üstüne bıraktı ve üşüdüğü için yanına almayı son anda akıl ettiği hırkasını çıkarıp üstüne geçirdi. Ardından ayaklanıp mutfağa patronları için kahve yapmaya gitti. Kısa sürede yaptığı ilk kahvesini tepsiye koyup Eren'in odasının yolunu tuttu. Kapıyı tıklatıp içeriden gelen onaylama sesiyle içeri girdi. Kahveyi önüne bıraktı. Eren başını kaldırmadan kahve için teşekkür etti. Deniz az çıkan bir sesle programı okumaya başladığında Eren'in ilgisiz tavrı dağıldı ve kafasını kaldırıp Deniz'e baktı.
"Sen iyi misin?" dedi Deniz'in lafını keserek. Deniz yorgun bir gülümsemeyle,
"Sanırım grip oldum, birazcık." dedi.
"İlaç falan aldın mı? Fazla hasta gözüküyorsun, birazcıktan ziyade." dedi gözlerini kısarak.
"Sabah gelirken aldım, merak etme. Birazdan düzelirim."
"Benim yüzümden oldu. Eylülde üstü açık bir arabayla eğlenmek pek de iyi bir fikir değildi." dedi suçlu bir şekilde boynunu eğerek.
"Saçmalama, Eren. Üşüseydim söylerdim. Benim kendi aptallığım yüzünden oldu. Yirmi dakika sonra üçünüzün birlikte gireceği bir toplantı var. Beni bırak da ona hazırlan." dedi Deniz geçiştirerek. Eren'in kendisi için endişelenmesini istemiyordu, özellikle işi bu kadar başından aşkınken. Eren bir süre Deniz'e şüpheyle baktı ama haklı olduğunu kabul etmiş gibi başını onay maiyetinde salladı. Bunun üstüne Deniz ona gülümseyip odadan çıktı ve tekrar mutfağa bu sefer Efe için kahve yapmaya koyuldu. Kahvesini alıp Efe'nin odasına gitti. İçeri girince fark etti ki, onun da yoğunluk açısından Eren'den arta kalır yanı yoktu. Artık on beş dakikanın kaldığı toplantıyı söylediğinde o da Deniz'in sesindeki garipliği fark etmiş olmalı ki, gömüldüğü dosyalardan kafasını kaldırıp Deniz'e baktı.
"Deniz? İyi misin?" dedi şüpheyle gözlerini kısarak.
"Biraz grip oldum. Önemli bir şey değil. Siz sormadan söyleyeyim, ilaçlarımı aldım." dedi Deniz hızlı hızlı. Efe kendini tutamayıp güldü.
"Peki, tamam. Bir şey demiyorum. Sadece kendine iyi bak. Sen hasta olursan biz beceriksizler ne yaparız, değil mi?" dedi gözünü kırparak. Deniz de güldü.
"Başka iletmek istediğiniz bir şey var mı?" dedi gülümsemeye devam ederken. Eren olumsuz anlamda başını iki yana salladı. Bunun üstüne Deniz başını eğdi ve odadan çıktı. En son gitmek istediği yerdeydi sıra. Dün yaşananlardan sonra oraya girmek konusunda ciddi şüpheleri vardı. Bir de üstüne hastaydı. Ama yine de onun yanına gitmek zorunda olduğunu biliyordu. Oflayarak mutfağa gitti tekrar. Kısa sürede kahve hazırdı. Elindeki kahve ile derin bir iç çektikten sonra çekingen bir şekilde hafifçe kapıyı tıklattı. Vücudundaki istemsiz titremenin tek sebebinin hastalığı olduğuna kendini inandırmaya çalışırken kapının diğer tarafından,
"Girin!" dedi sert bir ses. Deniz derin bir nefes alıp kapıyı açtığında Ege'yi koltuğunda önündeki bir dosyaya bakarken buldu. Rahatlamış gibi bir iç çekti. Ege düne göre biraz daha öfkesi azaltmış bir Ege olarak görünüyordu. Deniz çekinerek kahveyi önüne bıraktı. Sonrasında koltuğunun altındaki not defterini açıp okumaya başladı. Eren ve Efe'nin aksine Ege programı okurken Deniz'i durdurmadı. Oysa Deniz'in ses tonu hastalığını ele veriyordu. Deniz programı okumayı bitirdikten sonra kafasını kaldırıp Ege'ye baktı. Ege ifadesiz bir yüzle Deniz'e bakıyordu. Deniz anlamayarak kaşlarını çattı. Ege bir süre daha öyle baktıktan sonra iç çekip gözlerini yumdu ve kafasını geriye attı. Deniz bu görüntü karşısında yutkunmaktan kendini alamadı. Bunun ne hastalığıyla ne de içeri girerken duyduğu korkuyla alakası vardı. Kafasını eğip tekrar Deniz'e baktı. İfadesizlik silinmişti. Yerinde Deniz'in adını koyamadığı bir duygu vardı.
"Hasta mısın sen?" dedi uzun süren sessizliğin ardından dikkatlice Deniz'in yüzüne bakıp.
"Grip sadece önemli bir şey yok." dedi Deniz az çıkan bir sesle. Ege gözlerini kıstı bir şey demek için ağzını açtı ama kapattı. Sonrasındaysa kararını değiştirmiş gibi,
"Bu sana soğuk havada açık arabayla gezinmenin iyi bir fikir olmadığını öğretmiştir herhalde." dedi sıkılı dişlerinin arasından. Deniz onun öfkesinin geçtiğini sanıyordu ama yanılmıştı. Ege sadece bu öfkeyi bastırmıştı. Deniz mahcup bir tavırla başını eğdi. Ege sesli bir şekilde iç çekti. Ardından sanki Deniz'e acımış gibi,
"Çıkabilirsin." dedi pes ederek. Deniz hissettiği rahatlamayı gizleyemedi. Kafasını kaldırmadan başını sallayıp onayladı. Ardından hızla odadan çıktı. Deniz rahatlamayla kapıya yaslanıp tuttuğunun farkında bile olmadığı nefesini üfledi. Belki de hasta diye Deniz'le uğraşmamıştı. Belki de hastalığını kendisine bulaştırmasını istememişti. Kim bilir? Kendini koltuğuna bıraktı. Ağrıyan başına gitti elleri. Tek isteği bugünün bir an önce bitmesi ve kendini hemen yatağına bırakıp uyumaktı.
Şarkı: Adele_ Set Fire To The Rain
*****
But there's a side to you 
Ama senin bir tarafın var 
That I never knew, never knew. 
Hiç bilmediğim, bilmediğim 
All the things you'd say 
Söylediğin tüm şeyler 
They were never true, never true, 
Asla doğru değildi, doğru değildi 
And the games you play 
Ve oynadığın oyunlarda 
You would always win, always win  
  Hep sen kazanırdın, hep kazanırdın. 
*****

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sekreter // 18. Kalbin Gizemli Dünyası

Sekreter // 21. Açık Hayal Kapısı

Çırpınırken // 1.