Sekreter // 30. Yağmurun Nefesi

   Lansman gecesi oldukça iyi gidiyordu. Ege'nin lansmanı olduğu için çevresi onu tebrik etmek için kozmetik dünyasından gelen uzman insanlarla çevriliydi. Deniz olabildiğince genç adamdan uzak durmaya çalışıyordu ve kalabalık bu konuda genç kadına fazlasıyla yardımcı oluyordu. Ege her ne kadar Deniz'in yanına gelmek için uğraşsa da kalabalık buna her seferinde engel olmuştu. Bu sırada Deniz ise gece boyunca Efe'yle iki, Eren'le üç, Emre Bey'le bir, Mert'le iki kez dans etmişti. Genç kadın Ege'nin kıskanç gözlerini kimi zaman görüyor kimi zaman da hissediyordu. İlk defa bu kıskanılma hissi ona zevk vermiyordu. Genç kadın yüzüne gece boyunca sahte Polyanna maskesini takmıştı. Sevdiği dostları onun bu halinin farkındaydı ama bir şey demiyorlardı. Deniz o gece Efe'ye de söylemişti gideceğini. Efe ilk önce itiraz etmek istemiş ama Deniz bakışlarıyla izin vermemişti. O da bunun üzerine sessizce kabul etmiş ve Ege'ye söylemeyeceğine dair genç kadına söz vermişti. Deniz saatini kontrol etti. Biletini gece yarısına almıştı. Yavaş yavaş gitmesi gerekiyordu. Çünkü vakit yaklaşmıştı. Sırayla masadakileri öptü. O sırada uzakta Ege'yi gördü ve ikili göz göze geldiler. Deniz çıkışa doğru yönelirken Ege telaşla yanındaki adama bir şeyler söyleyip genç kadına doğru ilerledi. Anca Deniz dışarı çıktığında ona yetişebilmişti. Genç kadını kolundan tutup kendine çevirdi.
"Benimle bir dans etmeden mi gideceksin?" dedi hafif buruk bir sesle. Yüzünde tonlamasındaki burukluğu saklamaya çalışan bir gülümseme vardı.
"Ege, çok yoruldum. Bütün gün lansman için koşturdum. Sen de biliyorsun. Eve gidip bir an önce uyumak istiyorum." dedi Deniz yorgun bir sesle.
"Eve?" dedi Ege şaşkın bir sesle. Bu cevabı beklemediği belliydi.
"Eve." dedi Deniz de ifadesiz bir sesle.
"Ben sanmıştım ki..." diye başladı Ege ama devamını getiremeyip sustu.
"Ne sanmıştın? Seni affettiğimi mi? Ateşkes demiştim, Ege" dedi Deniz aynı tonlamayla. Ege kafasını eğip cevap vermekten kaçındı. Deniz onun bu hali karşısında kalbinde hissettiği acıyı gizledi. Elleriyle yüzünü kavradı ve Ege'nin kafasını yukarı kaldırdı.
"Seni terk etmedim ama sana geri dönmedim de. Biraz zamana ihtiyacım var. Bunu düşünmem lazım. Bizi... Kaldırabileceğimden fazlasını öğrendim. Sakin kafayla oturup düşünmeliyim. Nefes almaya ihtiyacım var, Ege." dedi Deniz genç adamın gözlerinin içine bakarak.
"Seni seviyorum." dedi Ege de aşkla onun bakışlarına karşılık vererek.
"Ben de seni seviyorum, Ege." dedi Deniz gözleri yaşararak. Deniz'in emin olduğu tek gerçek buydu.
"Ama gidiyorsun." dedi Ege hüzünlü bir sesle. Deniz bir anda korkuyla irkildi. Birisinin ona söylediğine dair anlık bir şüpheye kapıldı ama sonradan fark ettiği şey Ege'nin şu an onun yanında olmayıp eve gidecek olmasından bahsettiğiydi. Deniz elini kaldırıp genç adamın kalbinin üstüne koydu.
"Hiçbir yere gitmiyorum, Ege. Ben hep buradayım. Gidemem ki. Çünkü sen de buradasın." diyerek diğer eliyle de genç adamın eline uzanıp kendi kalbinin üstüne koydu.
"Yanımda olmadığın her an beni huzursuz ediyor. Sen yokken doğru düzgün düşünemiyorum, uyuyamıyorum, yiyemiyorum. Her şey anlamsız geliyor. Sen yokken hava hep aynı, Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası. Sen yokken saat hep aynı, Deniz'e aşk kala. Sen yokken evim hep aynı, her köşeden burnuma çarpan Deniz kokusu. Sen yokken ben hep aynı, üzgün kırgın aşksız nefessiz ruhsuz bir kabuk." dedi üzüntüyle iç çekerek.
"Romantik Ege, bu sıralar fazla mesai yapıyor sanırım." dedi Deniz içinin acımasına rağmen gülümseyerek. Ege de hafifçe gülümsedi.
"Hayatımda ilk defa içimdeki bütün Ege'ler aynı şeyi düşünüyor; Seni." dedi aşkla genç kadının gözlerinin içine bakarak.
"Ben farklı mıyım sanıyorsun? Ama artık nefes alamıyorum. Kendi düşüncelerimde boğuluyorum. Kendimle ettiğimi kavgalardan bitap düştüm. Nefes almaya gücüm yok. Güç bulsam da aldığım her nefes yine sen oluyorsun ve ben yine boğuluyorum. Tek ihtiyacım olan şey, biraz zaman. Lütfen, bana nefesimi geri ver." dedi Deniz gözleriyle adeta yalvararak. Deniz o kadar içten gelerek söylemişti ki gözünden düşen bir damla yaşı engelleyemedi. Ege eliyle uzanıp o tek damlayı yakaladı.
"Gözünden düşen bir damla yaşa kıyamam." dedi ardından hüzünlü bir gülümsemeyle. Ege kafasını eğip genç kadının saçlarını öperken kokusunu içine çekti. Ardından genç kadını serbest bıraktı.
"Madem ki istiyorsun...İyi geceler, Deniz Hanım. Oldukça iyi bir lansman organize etmişsiniz. Tebrik ederim." dedi nazik bir gülümsemeyle.
"Teşekkürler, Ege Bey. Benim için bir zevkti. İyi geceler." dedi Deniz de ona gülümseyerek. Deniz ona doğru uzanıp yanağına öpücük kondururken bu sefer kendisi Ege'nin kokusunu içine çekti. Ege gözlerini derin bir iç çekerek kapattı. Ardından Deniz geri çekilip yol kenarında bekleyen taksiye attı kendini. Taksi Ege'nin yenilmiş gibi omuzları çökük halinin önünden geçerken,
"Seni çok özleyeceğim." diye fısıldadı Deniz iç çekerek.
Genç kadın evinin önünde indiğinde merdivenlerde Umut onu bekliyordu. Ege'nin aksine o Deniz'in gideceğini biliyordu. Deniz onun yanından bir şey demeden geçip eve yöneldi. Hızla içeri girip odasına gitti ve önceden hazırladığı valizini aldı. Umut bir şey demeden kapının önünde genç kadının valizine son birkaç eşyayı koyuşunu izliyordu. Deniz valiziyle odadan çıkınca Umut öne çıkıp genç kadının elinde tuttuğu valizi ondan alıp dışarı çıktı. Deniz de odasına dönüp üstünü değiştirdi. Odasına son kez baktıktan sonra sırt çantasını da alıp kendini hızla evden dışarı attı. Umut arabasının önünde onu bekliyordu. Genç adam onun binmesi için kapısını açtı. Deniz gülümseyerek bindi ve ikili havalimanına doğru yol aldılar. Kısa sürede de vardılar. Erken gelmişlerdi. Bu fırsatı değerlendirmek isteyen Umut genç kadını bir kafeye soktu. İkili kahvelerini yudumlarken Deniz içini kemiren soruyu sordu.
"Umut onlara bir şey yapmayacaksın, değil mi?" dedi endişeli bir sesle. Umut cevap vermedi.
"Umut, lütfen! Ben dönene kadar bekle. Onlarla konuşup bu meseleyi onlardan da bir dinleyelim. Belki bilmediğin bir şey vardır." dedi Deniz onu ikna edebilme umuduyla. Ama maalesef ki, bu denemesi başarısız oldu.
"Bilmediğim bir şey mi? Sen neden bahsediyorsun, Deniz?" diyerek elini hızla masaya vurdu. Kafedeki birkaç çift dönüp onlara baktı. Deniz onu sakinleştirmek için masadaki elinin üstüne elini koydu.
"Umut, sakin ol. Ben bir şey demiyorum. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Pişman olmuşlardır belki." dedi sakinleştirici bir tonlamayla.
"Böyle olacağını biliyordum. Onları savunacaksın. Ve bunun için beyefendinin bir bardak kırarak kendini kesmesi yetti." dedi bağırarak.
"Ben kimsenin tarafında değilim. Umut lütfen dönmemi bekle. Benim için bunu yapamaz mısın?" dedi Deniz adeta yalvararak. Umut kafasını çevirdi ama Deniz sabırla bekleyerek duruşunu bozmadı. Umut sonunda Deniz'in kararlı duruşu karşısında pes ederek iç çekti ve Deniz'e döndü.
"Sizin istediğiniz gibi olsun bakalım, küçük hanım." dedi yenilgiyle iç çekerek.
"Sensin küçük hanım!" dedi Deniz yalandan bir kızgınlıkla. Sonunda genç adamın dudakları yukarı kıvrılınca Deniz de gülümsedi. İkisinin bu sakin anı Deniz'in uçuşunun anons edilmesiyle bozuldu. Umut hızla hesabı ödeyip Deniz ile birlikte alım yerine doğru yürüdü. Birlikte gidebilecekleri son yere gelince Deniz bir anda Umut'a döndü ve sıkıca sarıldı.
"Getirdiğin için teşekkür ederim ve beni dinlediğin için." dedi Deniz geri çekildiğinde. Ama Umut genç kadının belindeki ellerini çözmeyince Deniz uzaklaşamadı. Deniz anlamayan bakışlarını Umut'un yüzüne çevirdi.
"Rica ederim. Deniz... İzmir'de üzerinde düşüneceğin çok şey var ve ben de bir düşünce daha eklemek istiyorum." dedi hafifçe gülümseyerek. Ardından Deniz'in belinde bağlanmış ellerini çözdü. Deniz gözlerini şaşkınlıkla kırpıştırdı. Genç adamın ne demek istediğini anlamamıştı. Umut derin bir nefes aldı.
"Deniz, ben sana aşık oldum." dedi tek nefeste. Ardından genç kadının yüzünü elleriyle kavrayıp onun şaşkınlıktan aralanmış dudaklarına yapıştı. Deniz o kadar şaşkındı ki ne karşılık verebiliyordu ne de onu ittirebiliyordu. Umut hızla yapıştığı dudaklardan yine aynı hızla ayrıldı. Işıltılı bir gülümsemeyle genç kadının yüzüne baktı.
"İyi yolculuklar, Deniz Hanım." dedi Umut gülümseyerek. Ardından işaret ile orta parmağını birleştirip alnına götürüp bir selam gönderdi. Ellerini cebine sokup arkasını döndü ve ıslık çalarak çıkışa yöneldi. Deniz kafasını hızla iki yana sallayarak üstündeki şaşkınlığı atıp hızlı bir nefes aldı. İçeriye girerken kendi kendine konuşmaya başladı.
"Bak, Deniz! Ne güzel oldu, değil mi? Bir Umut'un ilan-ı aşkı eksikti, o da eklendi tam oldu! Artık İzmir'de düşünür müsün, kendi çaresizliğine ağlar mısın, bilemem!"
***
Deniz uçaktan indiğinde bekleme koltuklarında oturan babasını gördü. Babası üstünde üniformasıyla onu bekliyordu. Deniz babasının alışık olduğu o tatlı sert yüzünü görünce onu ne kadar özlediğini anladı. Arkasından valizini sürükleyerek, gözünde çağlayan yaşlarla babasına koşup sarıldı. Kızının bu haline hiç alışık olmayan babası şaşkınlıkla bir anlığına donsa da ardından sıkıca kızına sarıldı. Deniz çocukken her ağladığında ya da canı yandığında kullandığı o babacan sesiyle,
"Kim üzmüş bakalım, benim bordo berelimi?" dedi kaşlarını çatarak. Genç kadın cevap vermeden babasının boynuna asıldı. Babası Deniz'i koltuğunun altına kıstırıp dışarıya çıkardı. Hava yağmurluydu. Deniz gözlerini havaya çevirip iç çekti. İzmir'in havasını bile bozmayı başardığını düşünüyordu. Somurtkan bir suratla askeriye aracına bindi.
Ege Ordu Komutanlığı Lojmanları'nın kapısından içeri girdiler. Eve girdiklerinde Deniz hemen kendini banyoya atıp duş aldı ve sonrasında da kendini odasına kapattı. Babası böyle zamanlarda her zaman onu anlardı. Sert bir görünüşü olabilirdi ama eğer gerçekten kızının morali bozuksa böyle zamanlarda gizli babacan maskesini çıkartırdı. Deniz onun bu zamanlarını çok severdi. Babası bir baktı mı neyi var ya da neye ihtiyacı var anlardı. Şu anda da onun yalnız kalmak istediğini biliyordu. Bu sebeple de Deniz kendisi babasına gidene kadar o kendisine gelmeyecekti. Genç kadın yağan yağmura rağmen balkona çıktı. Kapşonlusunu kafasına geçirip çıkarttığı sandalyeyi açıp oturdu. Sonrasında gözlerini dışarıya çevirip,
"Baba!" diye bağırdı. Birkaç dakika sonra kapısı tıklatılınca hafif bir gülümsemeyle sese doğru döndü. Babası kapıyı araladı.
"Savaş alanına giriş izni var mı?" dedi kapıdan kafasını uzatıp Deniz'e bakarak. Deniz başını onaylar biçimde yukarı aşağı salladı. Babası bunun üstüne diğer sandalyeyi alıp Deniz'in yanına geldi.
"Durum ne kadar vahim?" dedi ayaklarını uzatıp benim gibi dışarıya bakarak. Deniz cevap vermeden derin bir iç çekti.
"O kadar kötü yani. Nedir bu seni böyle dibe vurduran?"
"Aşk..." dedi Deniz bir nefes üfleyerek.
"Aşk mı? Ooo... Mevzu derin... Benim çok uzun zamandır el sürmediği konular... Ama o duyguyu hiç kaybetmediğimi söyleyebilirim. Şimdi söyle bakalım, onu gerçekten seviyor musun?" dedi babası Deniz'e dönüp dikkatle bakarak.
"Evet." dedi Deniz bir an bile düşünmeden. Genç kadının kalbi beyninden önce cevaplamıştı. Ona düşünme fırsatı bile bırakmamıştı.
"O zaman sorun ne ise çözülür." dedi babası umursamaz bir tavırla omuz silkerek.
"Ama çok farklıyız." dedi Deniz umutsuz bir sesle.
"Söylesene, annen ve ben çok mu aynıydık? Biz tek hayatta olmak için hayatlarımızdan vazgeçtik. Annen benim için ailesini bıraktı. Ben hayatımı bıraktım. Burada birlikte bir hayat kurduk. Ve bir an bile pişman olmadık." dedi babası ciddi bir şekilde.
"Mutlu değilim ama." dedi Deniz başını gece göğüne çevirerek.
"O zaman bu tam bir aşk sayılmaz." dedi babası dudak bükerek ve Deniz şaşkınlıkla yüzüne baktı.
"Nasıl yani?" dedi kaşlarını çatarak.
"Seninki pişmekte olan bir aşk. Artık son deminde. Yani ona tamamıyla teslim olmadan önceki an. Genelde birçok aşk bu turda biter. Bir nevi köprüden önceki son çıkış. Birçok aşık bu noktada aşkından vazgeçer. Eğer bu aşka devam edecek gücün ya da sevgin yoksa bu noktada bitirirsin." dedi babası hafifçe gülümseyerek.
"Onu seviyorum. Emin olabildiğim tek şey bu."
"O zaman niye buradasın? Niye onun yanında değilsin?"
"Çünkü canım acıyor. Her seferinde bir daha bu kadar acıtamaz dediğimde, bir öncekinin kat be kat fazlasıyla yakıyor canımı."
"Peki, hiç sen onun canını yaktın mı?" dedi kafasını yana eğip bana bilmiş bir gülümsemeyle bakarak. Deniz bir an durup düşündü. Ege'yi terk ettiği her seferde yüzündeki ifadeden kendisininde onun canını yaktığını hatırladı.
"Sanırım evet." dedi düşünceli bir sesle.
"Peki, o hiç kaçtı mı?"
"Hayır, o hep kovalayan taraftı." dedi Deniz hafifçe gülümseyerek.
"Sanırım o son turu çoktan geçmiş, senin aksine." dedi babası gülerek.
"Artık ona güvenemiyorum."
"Güven çok önemlidir, kızım. Güven sevgiyi doğurur. Aşk ve güvenin çocuğudur, sevgi." dedi babası gülümsemesini silerken.
"Peki baba, başka bir savaş alanım daha var. Söylesene, sevmek mi, sevilmek mi?"
"Hmm... Bu zor işte ama bunun için bir hikayem var. Dinlersen..." dedi hafifçe gülümseyerek. Deniz başını sallayıp onayladı.
"Bülbül güle aşkıyla bilinir. Her zamanki gibi bir bülbül yine sevdalı olduğu gülün etrafında dönüp duruyormuş. Ona şarkılar söylüyor, aşkını haykırıp duruyormuş. Ama gel gör ki gül ona cevap vermiyormuş. Sadece kırmızı olan rengi daha da koyulaşıyormuş. Bir gün bülbül ona yaklaşıp dalına konduğunda ayağına batan dikenle acısından haykırıp gülden uzaklaşmış.
'Ben sana burada aşkımı ilan ediyorum, şarkılar düzüyorum. Ama sen benim canımı acıtıyorsun. Neden?' diye bağırmış güle. Gül yine cevap vermemiş, rengi biraz solmuş o kadar. Bülbül bunun üstüne çok sinirlenmiş,
'Demek susuyorsun. Bugüne kadar canımı acıtmaktan, beni üzmekten başka ne yaptın ki? Artık seni terk ediyorum. Canım kıymetli, senin gibi sevgisiz bir çiçek için onu harcayamam.' demiş ve hemen oradan uzaklaşmış. Uçarken uçarken sarı bir laleyle karşılaşmış. Laleyi beğenen ve dikeni olmadığını fark eden bülbül bu sefer laleye şarkılar söylemeye ona aşk sözcükleri söylemeye başlamış. Bülbül döndükçe lalenin rengi kırmızıya dönmeye, kapalı taç yaprakları neşeyle açılmaya başlamış. Bülbül onun bu halini gördükçe daha da mutlu oluyor, 'Gülün aksine lale benim kıymetimi biliyor, beni seviyor.' diyormuş. Ama bir gün bülbül şen şakrak şarkılarını söylerken bahçenin diğer üyelerinin çok üzgün olduğunu görmüş. Yanından geçmekte olan bir kelebeğe sormuş,
'Neden herkes bu kadar üzgün, ne oldu?' diye. Kelebek,
'Sadakatsiz bir bülbül gülünü terk etmiş. Buna dayanamayan gülü de günden güne solmaya kurumaya başlamış. Bugün de son nefesini verdi. Ona üzgün herkes.' deyince bülbül hızla uçarak gülüne gitmiş. Bir de görmüş ki, onun biricik gülü bembeyaz olmuş yerde yatıyor. Bülbül bir an tanıyamamış ama sonradan hatırlamış ki, gül onu ilk tanıdığı zamanki rengindeymiş. Yanına çöküp tüylerini yolarken,
'Ben nasıl unuttum? Oysa bana duyduğun aşktı, senin rengini kan kırmızı yapan. Affet beni, sevgilim!' demiş. Ama gül çoktan öldüğü için ne rengi değişmiş, ne de bir cevap vermiş. Bunun üstüne bülbül gülün dikenini kanatları arasına almış ve,
'Beni senden koparan bu diken tekrar bizi bir araya getirsin.' diyerek dikeni kendine batırıp ruhunu teslim etmiş. Bu yüzden derler ki, nerede bir kırmızı lale görürseniz bilin ki bir gül daha can vermiştir aşktan, yanında bülbülüyle."
"Yani cevap mıydı bu şimdi?" dedi Deniz hüzünle gülümseyerek. Babası gülüp sandalyesinden kalktı ve içeri girdikten sonra Deniz'e döndü.
"Sevmek mi, sevilmek mi bilmem ben kızım. Ben bir anneni bilirim, bir de onun adı geçince çarpan kalbimi. Kalbine sor. Kalbin her zaman doğruyu söyler. Aşk birden fazla kişiyle olabilir ama insanın bir gülü olur. Sen iyice bir düşün. Düşün demekten kastım, kalbin çoktan kararı vermiştir. Şimdi beyninin onu kabullenme zamanı geldi. Kalbin aşkı da seçse, ayrılığı da seçse beynin onu önünde sonunda onaylayacak. İyi geceler, güzel kızım." dedi gülümseyerek. Ardından kızının yanına gelip alnına bir öpücük kondurdu ve dışarı çıktı. Deniz kafasını önüne eğip fısıldadı.
"Söylesene kalbim, sen ne karar verdin?"
Şarkı: Candan Erçetin_ Yağmur

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sekreter // 18. Kalbin Gizemli Dünyası

Sekreter // 21. Açık Hayal Kapısı

Çırpınırken // 1.