Sekreter // 4. Savaşçı Ruhlar

      Sabah kalkmak zaten dünyadaki en zor eylemlerinden biriyken, bunun üstüne bir de sabah sporu yapıyor olmak kimsenin bilmediği çok eski bir işkence türüdür. Deniz ve Mavi de şu an o dertten mustariptiler. Zor bir uyanışı takip eden pazar koşusu, eğer hazırlıklı değilseniz ciddi sonuçlar yaratabilir. Neyse ki bu iki zavallı kızın ilk Pazar koşusu değildi. Ama tabii ki, herkesin bir sınırı vardı. Deniz de o sınıra ulaşmıştı. Mavi çoktan onlara 500 metre kadar uzakta çimlere kendini bırakmıştı bile. Babasının hızına yetişemeyerek ve nefesi tıkanarak ellerini dizlerine yasladı. Ata Bey onun durduğunu fark ederek döndü. Yerinde koşmaya devam ederek,
"Hadi kızım!" dedi enerjik bir sesle. Deniz konuşmaya mecal bulamayarak iki elini 'Yeter!' der gibi havaya kaldırdı. Ata Bey onun bu haline alayla gülüp koşmaya devam etti. Deniz tüm gücü bitmiş bir şekilde çimlere bıraktı kendini. Gözlerini yorgunlukla yumdu. Bir süre öylece yattı. Üstüne düşen bir gölge ile inledi. Gözlerini açmadan,
"Baba, lütfen git. Sen koş, benden bu kadar. Ciğerlerim iflas etti." dedi bitkin bir sesle.
"Şu an seni duyabileceğini sanmıyorum." dedi tanıdık alaycı bir ses. Deniz sesi tanımanın verdiği şokla gözlerini açtı. Ege gri gözlerini Deniz'in üstüne dikmişti. Deniz yattığı yerden doğrulup kendini toparlamaya çalıştı. Ege geri çekilip Deniz'in kalkabilmesi için elini uzattı. Deniz çekingen bir tavırla kendisine uzatılan eli tuttu. Ege hızla çekip kaldırdı. Deniz bir anda kendini Ege ile burun buruna buldu. Geri çekilmek için bir hamle yaptığı sırada Ege, Deniz'i belinden kavrayarak kaçmasına engel oldu. Deniz'in gözleri şaşkınlıkla açılırken, Ege'nin gözleri alaycı parıltılar saçıyordu. Ege yüzünü Deniz'in yüzüne yaklaştırarak,
"Yine diklensene bana! Bak bakalım, bu sefer kaçabiliyor musun?" dedi gittikçe koyulaşan gözlerle. Deniz ise o an yapılması gereken en son şeyi yaptı. Yutkundu ve ardından da dudaklarını yaladı. Ege'nin gözleri bu hareketle Deniz'in dudaklarına indi. Yaptığının farkına varan Deniz içinden kendine sıkı bir küfür savurdu. Deniz bu durumdan kurtulmak için can havliyle bir çözüm arıyordu. Çünkü eğer bir çözüm bulamazsa birazdan tam bir 'Çilek dudaklarına yapışıp kalıcam.' anı olacaktı.
"Abla?" dedi Mavi, Ege'nin arkasından. Ve Deniz rahat bir nefes aldı. İçinden kardeşine bir tribün lideri gibi tezahüratlar yaparken bir yandan da hissettiği rahatlamayı Ege'ye çaktırmamaya çalışıyordu. Ege yavaşça Deniz'in belinde olan elini çekerken öfkeyle bakıyordu Deniz'e. Ama bu öfke dolu bakışlar Mavi'ye dönünce yumuşadı ve gülümsemeye başladı.
"Merhaba, sen Mavi olmalısın. Ben Ege Arslan. Ablanın patronuyum." dedi nazik bir tavırla elini uzatarak. Mavi ablası ve patronunun biraz önceki halleri karşısında gözlerini şüpheyle kıssa da kendisine uzatılmış olan eli güçlü bir şekilde sıktı.
"Öyle mi?" dedi ama yine de sesinde şüpheli bir tonla. Ege ise ifadesini hiç bozmadan,
"Evet. Tesadüfe bakın ki, ben de her gün sabah sporumu burada yaparım." dedi gülümseyerek. Sonra Mavi'nin yeni bir karşı saldırısına izin vermeden Deniz'e dönüp,
"Tatilinizin keyfini çıkarın, Deniz Hanım." dedi tehlikeli bir gülümsemeyle. Daha sonrasında Deniz'in kulağına eğilip aynı tehlikeli tonla fısıldadı. "Yine kaçmayı başardın. İnatla sabrımı zorlamaya devam ediyorsun." dedi ve gitti. Deniz ne dediğini çözmeye çalışarak Ege'nin arkasından bakarken Mavi,
"Adam abayı yakmış sana." dedi gülerek. Deniz dalgın bakışlarını silip kardeşine yöneldi.
"Ne?! Saçmalama kızım ya! Ne abayı yakması? Sen neden bahsediyorsun? Manyak dengesiz bir piçin teki işte. Bir şey yaktığı falan yok." dedi sinirle. Deniz alayla güldü. Ege ve abayı yakmak? Deniz onun bir kalbi olduğundan bile şüpheliydi.
"Ne bileyim? Herkesin önünde ve de en önemlisi birkaç metre ötedeki babamızın karşısında seni resmen öpecekti. Ya da suni teneffüs yapacaktı. Ama boğulmadığına ve sudan uzak olduğuna göre öpecekti. Net. Bunun farkındaydın değil mi canım ablacım?" dedi Mavi alayla bir kaşını kaldırarak.
"Tamam, Mavi tamam. Sus yeter! Hadi, düş önüme! Babamı da alıp eve gidelim. Bana bu kadar sabah sporu yetti. Ama eğer saçmalamaya devam edersen, babama bir depar koşusu yapmak istediğini söylerim." dedi Deniz tehditkar bir şekilde gülümseyerek. Mavi koşarak babasının yanına giderken Deniz arkasından güldü. Ege ona abayı yakmıştı, öyle mi? Deniz alaycı bir kahkaha attı. Sadece Ege'nin sinirlerini bozuyordu. Ege, Deniz'in üstünde baskı kurmak istiyordu. Deniz de bunu yapmayıp üstüne bir de dikleniyordu. Ege de bu asiliği kesmek istiyordu o kadar. Ve bunu erkeklerin kadınlar üzerinde kullandığı en eski silahla yapmayı planlıyordu: Bir öpücükle.
"O kadar kolay değil, Ege Arslan. Bu sefer buz dağına çarptın." dedi Deniz kendi kendine gülerek. Mavi'nin arkasından babasının yanına gitti.
          Pazartesi gününü işe başlama günü olarak ilan eden fabrikatör amcanın ilk çalışanı tarafından literatüre dâhil edilen 'Pazartesi Sendromu' çağımızın vebası olarak kabul edilmektedir. Pazar günü saat 19.00 sularında -kişiye bağlı olarak daha erken veya daha geç bir saat olabilir- baş gösteren bu sendrom kendini halsizlik, yorgunluk ve isteksizlik olarak belli eder. Çoğu insan tarafından karanlık gün olarak ilan edilen bu zavallı gün maalesef ki dünyada iş kavramı olduğu müddetçe karanlık olarak kalmaya mahkûmdur.
          Deniz için Pazartesi günleri sorun değildi. Tersine Deniz pazartesileri severdi. Yeniliğin habercisi kabul ediyordu kendi için. Bu yüzden şirketin kapısından kocaman bir gülümsemeyle girdi. Asansöre yöneldiğinde neşesi daha da arttı çünkü ilk defa asansörde tek başınaydı. Sabaha özel öfke patlaması yoktu. Asansörden indiğinde hala gülümsüyordu. Hızla ofise geçti. Eşyalarını masasına bırakıp sabah kahvelerini yapmak için mutfağa yöneldi. Kahveleri yapmayı bitirip servis için odalara girdiğinde üç adamın üçü de fazlasıyla yoğundu. Öyle ki, Deniz'in programı okumasına bile izin vermediler. Deniz elinde notlarla şaşkın bir şekilde masasına oturdu. Günlük programları kontrol ederken, programın oldukça yoğun olduğunu fark etti. Geç kalacağından emin bir şekilde hemen telefona sarılıp evi aradı ve geç kalacağının haberini verdi ki babası yine köpürmesin. Deniz sabahki bu telefon görüşmesi için kendini tebrik etmeliydi çünkü günün geri kalanında değil telefon görüşmesi, kafasını kaşıyacak vakit bulamamıştı. Öğlen yemeğini bile bir kuru sandviçle masasında geçirmişti. Ama bu durum tatlı mı tatlı patronları için geçerli değildi. Üçü de saat on ikiyi vurduğunda odalarından çıkıp yemeğe gittiler. Deniz'i de dosyalar arasında boğulurken bıraktılar. Gün sonu yaklaşırken Deniz tükenmişti. Hayatında ilk defa pazartesi için bir negatiflik duymuştu. Belki de iş dünyasına dâhil olunca insan pazartesilerden nefret etmeye başlıyordu.
         Deniz derin bir iç çekip arkasına yaslandı. Sonunda biraz olsun dinlenebilecekti. Birazdan mesaisi bitecek ve gitmek için özgür olacaktı. Sabahtan beri ilk defa içten bir gülümseme yayıldı yüzüne. Mutlulukla iç çekti. Ama sanki onun bu neşesini bozmak ister gibi telefon çalma için o anı seçti. Deniz dudaklarını bükerek telefona uzandı. Sesinde oluşabilecek herhangi bir bezginlik belirtisi oluşma ihtimalini engellemek istercesine boğazını temizleyip telefonu kulağına götürdü.
"Buyurun, burası Chamogelo. Ben Deniz. Size nasıl yardımcı olabilirim?" dedi neşeli olduğunu düşündüğü bir tonla.
"Deniz Hanım! Merhabalar! Ben Emre. Emre Germen. Hatırladığınızı düşünüyorum." dedi sıcacık bir ses tonuyla. Deniz'in yüzüne daha içten bir gülümseme yayılırken hatırlamanın verdiği heyecanla,
"Emre Bey! Nasılsınız?" dedi neşeli bir sesle. Emre Germen, Yakamoz Ajans'ın sahibiydi. Ama Deniz onu pazartesi günü kendisine sunduğu iş teklifinden hatırlıyordu.
"İyiyim, teşekkür ederim. Bıkmadın mı hala şu egoist plaza adamlarından?" dedi gülerek. Deniz, Emre'nin patronlarına çok yakın olduğunu hemen anladı.
"Hayır, hala direniyorum. İnatçı olduğumu belirtmiştim." dedi Deniz de gülerek. Emre sanki çok üzülmüş gibi yalandan bir iç çekti.
"Umudumu kaybetmeyeceğim. Elbet o işkolik adamlardan bıkacaksın. Her neyse... Ne için aramıştım ben? Hah, evet Ege. Ege ile görüşebilir miyim?" dedi düşünceli bir sesle. Deniz cevap vermeden önce kendini tutamayıp güldü.
"Bir dakika bekleyin. Hemen bağlıyorum." dedi hızlıca. Hızlıca Ege'nin dâhili numarasını tuşlayıp bekledi. Telefon kısa sürede açıldı.
"Ege Bey, Emre Bey arıyor. Bağlayayım mı?" dedi kibar bir sesle.
"Bağla ve on dakika sonra odamda ol." dedi soğuk bir sesle. Telefonu kapatıp not defterlerini eline alıp sırayla Efe ve Eren'in odasına geçip yarının programlarını sunana kadar on dakika dolmuştu. Ege'nin odasının önüne geldiğinde eli kapıyı vurmak üzere yumruk halinde havada kaldı. İçine bir anda garip bir his doğmuştu. Kapı sanki bambaşka bir yere açılacakmış gibi bir his... İçeri girmekle girmemek arasında kararsız kaldı ama mecbur girecekti zaten. Bu yüzden kafasını iki yana sallayıp içindeki kötü hissi görmezden geldi. Ama bilmesi gereken bir şey vardı. Hislerine daha fazla güvenmeliydi. Zira o kapıdan girdikten sonra genç kadının hayatı bir daha hiç normal olmadı.
        İçindeki çığlık çığlığa bağıran altıncı hissi maalesef ki genç kadını kapıyı çalmaktan alıkoyamadı. Deniz istikrarlı bir şekilde yüzüne ciddiyet ve kibarlık maskesini takarken sırtını dikleştirip kapıya yumruk yaptığı eliyle yumuşak bir şekilde üç kere vurdu. İçeriden gelen soğuk ve buyurgan bir 'Girin!' emrinin ardından kapıyı açtı. Ege koltuğuna kurulmuş bir şekilde oturuyordu. Kafasını avucuna yaslamış ve kendisine doğru gelen Deniz'i izliyordu. Deniz Ege'nin masasının önünde durdu. Bir süre bekledi. Ege bir şey demeyince Deniz kafasını not defterine eğip yarının programını okudu. Programı okumayı bitirip kafasını kaldırdığında Ege'nin aynı şekilde kendisine baktığını fark etti. Anlık bir şaşkınlık yaşasa da hemen kendini toparlayıp,
"Eklemek istediğiniz bir şey var mı, efendim?" dedi Deniz kibar bir sesle. Ege bir anlığına sanki yorulmuş gibi gözlerini kapattı. Deniz de yorgundu. Bütün gün işleri bitmeyen üç adam yüzünden fazlasıyla yorgundu. Deniz'i bir anda daldığı yerden uyandırarak,
"Hayır, yok. Çıkabilirsiniz, Deniz Hanım." dedi Ege. Deniz sondaki vurguyu anlamasa da hafifçe gülümseyip başıyla bir selam verdi ve arkasını dönüp kapıya doğru yürüdü. Kapının önüne geldiğinde kapı koluna uzanıp açtı ama bir anda arkasından beliren bir el kapıyı kapattı. Deniz arkasını dönmesiyle Ege ile burun buruna geldi. Ege'nin yüzünde hafif alaycı çapkın bir sırıtış vardı. Deniz ağzını açıp da bir şey diyemeden Ege şaşkınlıkla aralanmış dudaklara yapıştı. Deniz şaşkınlıktan bir şey yapamıyor, öyle hareketsiz duruyordu. Biraz olsun şaşkınlığı çözüldüğünde karşılık vermeye başladı. Bu sırada Ege'nin elleri hızla Deniz'in beline ve kalçalarına dolandı. Ege, Deniz'i kendine yaslarken Deniz de düşmemek için Ege'nin kollarını kavradı. Ege içinde yükselen vahşi bir istekle Deniz'in alt dudağını ısırdı. Aynı anda duyduğu acı hissi ile Deniz'in beyni çözüldü ve bir anda ne yaptığının farkına vardı. Ne yaptığını sanıyordu, Tanrı aşkına? Hızla Ege'yi itti ama bir faydası olmadı. Bu sefer dudaklarını dudaklarından kopartıp,
"Bırak beni!" dedi hırsla ve boşta duran eliyle yüzüne olanca kuvvetiyle bir tokat yapıştırdı. Ege şaşkınlıkla anlık bir duraksamanın ardından geri çekildi. Deniz ateş saçan gözlerini Ege'nin gri gözlerine dikip,
"Sen ne yaptığını sanıyorsun?" dedi öfkeyle.
"Deniz..." diye başladı Ege ama Deniz hızını alamayıp kelimeleri ağzına tıkadı.
"Ne Deniz'i? Ege BEY! Bakın 'Bey' diyorum. Patronumsunuz. Bunu sakın ama sakın tekrarlamayın! Siz beni ne sandınız? Gündüzleri odanıza geceleri yatağınıza girecek bir sürtük mü?" dedi neredeyse bağırarak. Ege şaşkın gözlerle bakıyordu. Deniz ona bakmadan odadan çıkıp arkasından da kapıyı hırsla çarptı. Masasından çantasını ve montunu alırken Efe ve Eren seslerden şüphelenip kafalarını oda kapılarından uzattılar. Eren şaşkınlığı atıp Deniz'e ne olduğunu sormak için ağzını açtı ama Deniz elini kaldırıp konuşmasına izin vermedi. Ardından ikisine de bakmadan kendini odadan dışarı attı. Ama çıkmadan önce göz ucuyla Efe ve Eren'in Ege'nin odasına yöneldiklerini fark etti. Asansöre kendini nasıl attığını bilemedi. Asansöre bindiğinde ise önce kıvırcıklarını bastıran tokayı hırsla çekip çıkardı. Ardından da içindeki bütün öfkeyi yalnız olduğu asansörde haykırarak kustu.
"Piç herif! Manda yavrusu! Sen beni ne hakla öpüyorsun ya? Ben öyle bakınca sürtük gibi mi duruyorum? Çok fazla film izliyorsun sen, pis sapık! Bir de karşılık verdim! Lanet olsun, bir de bir de karşılık verdim, değil mi? Hay benim angut kafama martılar sıçsın! Banyodayken sular kesilsin de sabunlu kalayım e mi?" derken asansör kapılarının açılmasıyla kalan beddualarını içinden söylemek zorunda kaldı. Şirketten çıktığında telefonu çaldı. Telefonu eline aldığında ekranda yazan 'Eren Destan' yazısı adımlarını durdurdu. Derin ve sakinleştirici bir nefes alıp telefonu açtı.
"Buyurun Eren Bey?" dedi soğukkanlı bir sesle.
"Benim sabahki kahvaltılı toplantıya sen de gelir misin? Bugün çok yoğunduk. Aklımdan tamamıyla çıkmış. Umarım bir programın yoktu." dedi nazik bir sesle. Deniz eliyle telefonu kapatıp kulağından uzaklaştırarak,
"Deniz'miş! Denizler çarpsın seni!" dedi kendi kendine. Ardından tekrar telefonu kulağına götürdü.
"Sorun değil, Eren Bey. Saat kaçta nerede olmam gerektiğini söylerseniz gelirim." dedi Deniz sakin tutmaya çalıştığı bir ses tonuyla.
"Sen sekizde hazır ol. Ben seni evinden alırım." dedi neşeli bir sesle. Deniz tam onaylamak için ağzını açmıştı ki Eren tekrar konutu.
"Ve Deniz... Teşekkür ederim." dedi rahatlamış bir sesle. Tam anlayamamış olsa da Deniz,
"Teşekkür etmenize gerek yok, Eren Bey. Sizin için çalışıyorum, tabii ki geleceğim." dedi ve 'İyi günler' dileyip telefonu kapattı. Ve bir anda Eren'in neden teşekkür ettiğini anladı.
"Anlatmış! Bir de utanmadan Eren'e anlatmış! Eren ben istifayı basmadım diye teşekkür etti! Ulan Ege! Ben nasıl bakacağım adamın yüzüne sabah? Ah Ege! Tüm pisuarlar boşken adamın teki gelip senin yanındaki pisuarda işesin e mi Ege! Orospunun tekini becerirken travesti çıksın e mi Ege! Asansörde seni yiyişen dayılar kıstırsın e mi Ege! Bahtsız bedevi ol da çölde kutup ayısı birliğine düş, e mi Ege! Gollum ıstırsın seni Ege, hatta yalasın bile!"
Şarkı: Naughty Boy - Runnin' (Lose It All) ft. Beyoncé, Arrow Benjamin

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sekreter // 18. Kalbin Gizemli Dünyası

Sekreter // 21. Açık Hayal Kapısı

Çırpınırken // 1.