Sekreter // 24. Doğru Sanılan Gerçekler

       Deniz tekrar uyandığında artık zaman mefhumunu tamamıyla kaybetmişti. Genç kadın ne kadar zamandır burada olduğunu bilmiyordu. Ya da nerede olduğunu... Ya da Gölge'nin neden kendisine bunu yaptığını... Kafasında bir sürü soru dönüyordu.
"Kimse var mı?" diye bağırdı Deniz ama boş odada sesi yankılanarak dönüp bumerang gibi tekrar kulağına çarptı. Ellerini kıpırdatmaya çalıştı ama ipler çok sıkıydı. Ayakları da sandalyenin ayaklarına bağlanmıştı. Tamamıyla sandalyeye yapıştırılmış bir durumdaydı. Gözleri hala bağlıydı. Gözlerinden çaresizlik yaşları akıyordu. Vücudu sessiz hıçkırıklarla sarsılırken,
"Neden?" diye fısıldadı. Ama cevap yoktu.
"Ah, Gölge..." dedi Deniz hıçkırıklarının arasında. Deniz'in cümlesini bitirmesiyle birlikte kapı hışımla açıldı. Zeminde çınlayan hızlı ayak sesleri genç kadının yanında kesildi. Nefesi yine genç kadın kulağındaydı.
"Bir daha sakın o ismi söyleme! Adımı söylemeye hakkın yok!" dedi tehditkar bir sesle.
"Neden? Neden bana bunu yapıyorsun? Sana güvenmiştim." dedi Deniz üzgün bir sesle.
"Sana güven diyen olmadı." dedi Gölge soğuk bir sesle.
"Ama ben yine de sana güvendim. Bunu seçtim. Niye Gölge niye?" dedi Deniz bağırarak. Bir anda göğsündeki keskin acıyla çığlık attı. Ardından gözlerindeki bez parçası çözüldü. Bir an gözünü alan floresan ışığıyla hiçbir şey göremedi ama gözlerini hızla göğüslerine indirdiğinde ince kırmızı izden dökülen kanların üstündeki tişörtü boyamasını izledi. Üstünde kirli düz beyaz bir tişört vardı sadece. Altında siyah bir eşofman altı vardı. Kıyafetleri neredeydi?
"Neden bunu yapıyorsun Gölge?" dedi Deniz kırık bir sesle. Kıyafetlerinin durumundan daha önemli şeyler vardı.
"Seni uyarmıştım." dedi Gölge buzu kıskandıran tonlamasıyla. Ardından bir bıçak darbesi sağ koluna geldi. Deniz dişlerini sıkarak haykırışına engel oldu. Kafasını çevirmeye çalıştı ama tüm vücudu bağlıyken bu zordu. Onu görmek istiyordu ama arkasında durduğu için yüzünü göremiyordu.
"Adını söylemekten vazgeçmeyeceğim! Beni öldürecek misin? Durma, yap hadi! Senin gözünde bir değerim olmadığına inanacağıma ölmeyi tercih ederim, GÖLGE!" dedi Deniz sonunda adını vurgulayarak haykırırken. Odaya bir sessizlik çöktü. Deniz'in beklediği bıçak darbesi gelmedi. Tam tersine bıçak tiz bir sesle yere çarptı. Sandalye ve onunla birlikte Deniz hareket etti. Gölge sandalyeyi kendisine doğru çevirdi. Deniz kafasını kaldırdığında Gölge'yle göz göze geldi.
"Merhaba." dedi Deniz ağlamaktan kısılmış zor duyulan bir sesle. Bir anlığına Gölge'nin dudaklarında bir gülümseme dolaştı. Ama bu bir anlıktı ve hemen kayboldu. Deniz bunu fark edememişti.
"İlk sorundan başlarsak, o üç piçin bana bir hayat borcu var. Sana ne yapacağıma gelirsek, evet, seni öldüreceğim." dedi her zamanki soğuk sesiyle.
"Bunu neden yapıyorsun? Ve neden ben? Bunun hayat borcuyla alakası yok. Sadece hayat borcu olsaydı onları öldürürdün. Başka bir sebebi var." dedi Deniz sakin bir sesle. Canının yanıyor olmasına rağmen sesini sakin tutmayı başarabilmişti. Tabii bunda genç kadının geçmişinin katkısı da büyüktü. Genç kadın acı eşiği** çok yüksek olan biriydi.
"Zekan her zaman beni etkilenmişti. Sorularına gelince, önce neden sen sorusuna gelirsek, onlara neşe veriyorsun. Güldürüyorsun. Yani onlara hayat veriyorsun. Ben de bu hayatı istiyorum. Benim o dipsiz çukura düşmem gibi onların da düşmesini istiyorum. Benden çaldıkları hayatı geri alacağım." dedi dikkatle Deniz'in gözlerine bakarak. Deniz'in ne düşündüğünü çözmeye çalışıyordu. Deniz bunun farkındaydı. Olabildiğince yüzünü ifadesiz tutmaya çalıştı. Gölge derin bir nefes aldı ve ellerini saçlarının arasına daldırdı.
"O zaman kulaklarını aç ve iyi dinle! Onların gerçek yüzünü öğrenme vakti geldi. Madem öleceksin, sebebini iyice öğrenmelisin, değil mi?" dedi alaycı bir sesle. Sonrasında yüzü ciddi bir ifadeyi büründü ve anlatmaya başladı.
***
   Üniversiteden yeni mezun olmuştuk. Hepimizin aklında bir şirket kurma hayali vardı. Ama bu sıradan bir şirket değildi. İçinde hayata dair her şey olacaktı. Adını bile bulmuştuk. Chamógelo... Yani tebessüm... 'En güzel yanınız...' Sloganımız buydu. Ege kozmetikten sorumlu olacaktı. Efe tekstil alanında ilerleyecekti. Eren ayakkabıdan, bense kadınların sadık dostları mücevherler üzerinde çalışacaktı Muhteşem fikirlerimiz vardı. Az buçuk paramız da vardı. Ama yeterli değildi. O zaman ailelerimizle aramız bozuktu. Onların istedikleri mesleklerde gözümüz yoktu. Hiçbiri bizi desteklemediler. O sırada Ege babasının eski bir arkadaşından bahsetti. Eşref Bahriyeli... Size istediğiniz her şeyi verebilir ama karşılığında sizden bir şey ister ve bunu kesinlikle yapmanız gerekir. Yoksa bedelini ağır ödersiniz. Hepsi Bahriyeli'ye başvurma olayına onay verirken ben onay vermedim. İçim huzursuzdu bu konuda ama yine de Ege, Bahriyeli'ye yardım istemeye gitti. Bahriyeli bize gerekli desteği verdi ve şirketimizi kurduk. Her şey mükemmel gidiyordu. Bilmediğimiz şey Ege'nin imzayı ne karşılığı attığıydı. Bunu Ege'ye sorduğumuzda Bahriyeli'nin henüz bir şey demediğini söylüyordu.
    İşte bir gün o beklenen telefon geldi. Bir toplantıdayken Ege'nin telefonu çaldı. Ege telefonu açtı ve karşı tarafı dinlerken bir anda rengi attı. Ardından hızla odadan çıktı. Toplantı bitimine kadar gelmedi. Toplantıdan çıktığımızda da onu şirkette bulamadık. Telefonlarımıza da cevap vermiyordu. Biz onu deli gibi ararken ben de bir telefon aldım. Annem beni babamla barışmam için eve çağırmıştı. Annemi kıramayıp ben de eve dönmeyi kabul etmiştim. Babam başta sert tavrını korusa da bizim işlerimizi takip etmiş ve başarımızı görmüş olacak ki içindeki gurur duyan babayı uzun süre saklayamadı. İkimiz de birbirimizden özür dilemeyecek kadar gururluyduk. Bu yüzden hiç birbirimize küsmemiş gibi davrandık. Akşama doğru babam beni her zaman birlikte gittiğimiz meyhaneye götürmek istedi. Ben de kabul ettim. Arabada babam şoför koltuğunda ben de yanındaydım. Yolda önümüzü kestiklerinde neler olduğunu anlayamamıştım ama babam neler olduğunun farkındaydı. Bir anlığına farların ışığı Ege'nin suratını aydınlattı. Araba taranmaya başlamadan önce en son gördüğüm Ege'nin ciddi katil bakışlarıydı. Beni gördüğü halde yüzünü bozmadı. Babam silah sesleri duyulduğunda üstüme atlayıp beni kapattı. Babam üstümde yediği kurşunlarla bedeni sarsılırken,
"Yaşadığını öğrenmelerine izin verme oğlum." dedi ve son nefesini verdi. Yaşadığım şokla öylece kalakaldım. Silah sesleri durduğunda babamın dediğini hatırlayıp gözlerimi kapattım. Yaklaşan ayak sesleriyle kalbimin atışları hızlandı. Biri camdan kafasını soktu. Nefesini yanağımda hissedip nefesimi tuttum.
"İkisi de ölmüş." dedi buz gibi bir ses. Bu Ege'ydi. Buzu kıskandıracak kadar soğuk sesi beni yıkmıştı. Keşke ölseydim... Can dostumun bu soğuk sesini duyacağıma keşke ölseydim... Yaşadığım üzüntü ve şok duygularına bir de hayal kırıklığı ve aldatılma duygusu eklenmişti. Dostum dediğim adam öldüğümü nasıl da soğuk bir sesle söylemişti. Sanki sıradan biriymişim gibi... Sanki birbirimizin acılarını paylaşmamışız gibi... Sanki en zor zamanlarımızda birbirimize destek olmamışız gibi...
   Adamların hepsi gittikten sonra kendimi dışarı attım. Acıyla haykırdım. Babamın korumasına rağmen o üstüme atlamadan bir koluma bir karnıma kurşun gelmişti. Telefonu çıkardım ama kalakaldım. Kimi arayacaktım ki? Ege'yi mi? Beni öldüren adamı mı arayacaktım? Eren ya da Efe? Onlar da büyük ihtimalle Ege'ye söyleyeceklerdi. Aklıma Sadi geldi. Sadi bizim şoförlüğümüzü yapıyordu. Üstelik çok eski dostumdu. Eskiden babası bizim şoförümüzdü. Yani bebeklikten beri beraberdik Sadi'yle. Hemen onu aradım.
"Efendim..." diye başladı ama hemen sözünü kestim.
"Yanında Ege, Efe ya da Eren varsa sakın adımı söyleme."
"Tamam." dedi dikkatli bir şekilde.
"Yanındalar mı?"
"Evet."
"Sakın çaktırma. Ben yaralandım. Gelip beni al. Bahçeköy tarafında Arboretum yolundayım. Çabuk ol, kan kaybediyorum. Benzin de getir." dedim zorlukla ve telefonu kapattım. Ceket cebimdeki mendille kolumu sıkıca sarıp tampon yapmaya çalıştım. Diğer elimle de karnıma baskı yapıyordum. Kısa bir süre zarfında yanımda acı bir fren duydum. Bir anda Sadi karşımdaydı.
"Benzini arabaya dök. Yakmalıyız. Ortada delil kalmamalı. Herkes benim de babamla birlikte öldüğümü düşünmeli."
"Ama neden? Dostların şirkette çok üzgün. Sana ulaşamadıkları için..." dedi anlamayarak.
"Onlar artık benim dostlarım değil Sadi. Şimdi dediğimi yap." dedim öfkeyle bağırarak. Sadi kafasını salladı ve dediklerimi hızla yaptı. Sonra da yanıma döndü. Karnımdaki kanımla boyanmış elimi görünce hemen gömleğini çıkartıp karnıma koydu.
"Hastaneye gitmemiz lazım. Kan kaybediyorsun." dedi endişeli bir sesle.
"Gidemem." dedim acıyla inleyerek.
"O zaman seni Hayri Baba'ya götüreceğim. O seni iyi eder."
"Hayri Baba?" dedim şüpheyle.
"Baytar*." dedi gülerek.
"Sadi kafayı mı yedin? Ne baytarı oğlum?"
"Ne yapalım, elimizdeki en iyi seçenek bu. Hayri Baba'ya hayvan insan fark etmez. Küçükken bir yerimi yardım mı, o dikerdi." dedi gülerek ve beni yerden kaldırdı. Arabaya götürüp arka koltuğa yatırdı. Kendi de arabaya binip hemen gazı kökledi. Baytar Hayri'nin yoluna düştük.
   Sadi beni korkutmuştu ama Hayri Baba doktor olsa tüm doktorlara taş çıkartırdı. Yarım saate kadar iki kurşunu çıkartıp yaramı dikmişti. Ben üstüme gömleğimi giyerken Sadi, Hayri Baba'nın kulağına bir şeyler fısıldadı. Hayri Baba başta yüzünü buruştursa da sonra kafasıyla onay verdi. Sadi yanıma gelip kolumu omzuna atıp beni arabaya götürdü. Yola çıktığımızda,
"Nereye?" diye sordu. Hiçbir fikrim yoktu.
"Bilmiyorum, Sadi." dedim umutsuzlukla iç çekerek.
"Önce bir sahile gidelim de kafanı topla. Sonra düşünürüz ne yapacağımızı." dedi hızlı hızlı. Kafamı salladım. Kafamı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapadım.
***
     Gölge amaçsızca sahilde yürüyordu. Anlatmayı bitirdikten sonra Deniz ile aynı yerde kalamamıştı. Kendi kendine güldü. Deniz'den kaçıp denize gelmişti. Genç adamın nasıl bu hale geldiği hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. İçindeki garip histen bir türlü kurtulamıyordu. Hissettiği huzursuzluk resmen onu içten içe tüketiyordu. Aklında sadece Deniz ve onun söyledikleri vardı. Beyninde yankılanan sesi Gölge'ye acımasızca işkence ediyordu.
'Sana güvenmiştim... Adını söylemekten vazgeçmeyeceğim...'
Kafasını hızla iki yana sallayarak bu hayalden kurtulmaya çalıştı. Kulaklıklardan kulağına dolan şarkı varken Deniz'e olan hislerinden kurtulmak mümkün değildi. Sezen Aksu mükemmel sesiyle genç adamın kulağına 'Keskin Bıçak'ı mırıldanıyordu. Genç adamın aklına ona yaptıkları geliyordu. Aslında gözlerinin kapalı olduğu zamanlarda her şey normaldi. Ne zaman ki gözlerindeki bağı çözmüştü, işte o an beyninden vurulmuşa dönmüştü. O hüzün dolu gözler genç adamı yıkmıştı. Ağlamaktan gözleri kızarmıştı. Öylece bakıyordu. Gölge derin bir iç çekti. Bu hissettiği acı vicdan azabı mıydı? Deniz artık genç adam için bir intikam hikayesi olmaktan çıkıyordu. Genç adam ona ne ara değer vermeye, onu önemsemeye, ondan hoşlanmaya başlamıştı, bilmiyordu. Artık anlıyordu ki, ona zarar vermek kendisine de zarar verecekti. Ne yapmalıydı? Aniden çalan telefon sesi ile birlikte kendi ile olan çatışmasını böldü. Telefonu açtığında Sadi'nin telaşlı inleyen sesi ile kendine geldi.
"Gölge Bey, efendim, Deniz'i götürdüler." dedi Sadi nefes nefese bir şekilde. Gölge onun 'Bey' dediğini duyduğunda yalnız olmadığını anladı.
"Ne diyorsun Sadi? Ne götürmesi? Kim götürdü? Nereye?" diye bağırdı öfkesine hakim olamayarak. Öfkesinin derinlerinde ise kalbini titreten bir duygu vardı. Biri için duyulan endişe duygusu... Deniz' karşı duyduğu endişe duygusu...
"Efendim, bir şey demediler. Hepimizin kafasını gözünü kırdılar. Sonrasında takım elbiseli bir adam kızı kucaklayıp götürdü. Bizi döven adamlar 'Bahriyeli'ye bulaşmakla hata yaptınız!' dedi. Deniz'i götürenin başta kim olduğunu anlamadım ama kapıdan çıkarken yüzüne vuran ışıkla birlikte Deniz'i bizzat Eşref Bahriyeli'nin kendisinin götürdüğünü gördüm." dedi zorlukla.
"Hassiktir! Bahriyeli mi? Yine mi bu şerefsiz? Seni görmedi değil mi?" dedi Gölge öfkeli bir sesle.
"Hayır görmedi. Efendim, karşımızda Bahriyeli varken savaşamayız." dedi uyaran bir tonlamayla. Gölge ölmediğimi öğrenebilirdi. Bu riski alamazdım. Henüz...
"Tamam, Sadi. Sen ortalığı topla. Sonra da kendine bir çeki düzen ver. Seni ararım." dedi Gölge iç çekerek ve telefonu kapadı. Gölge hızla arabasına atladı. O Bahriyeli iti şimdi Deniz'i Ege'ye verecekti. Gölge üstüne Bahriyeli'yi salan kişinin Ege olduğundan emindi. Zamanında kendisini Ege'ye öldürten kişi Eşref Bahriyeli'ydi. Gölge kendi kendine güldü. Herhalde kendi aralarında ödeşiyorlardı. Trafikte hızla akarken onları kafasından kovdu. Aklına Deniz geldi. Yenilgiyle iç çekti. Bu intikamı Deniz'le alamayacağını anlamıştı. Deniz'e olan hisleri, genç adamın onu öldürmesine engel oluyordu. Sanki onun canı yanınca kendisininki de yanıyor gibi hissediyordu. Genç kadın ona hayat veriyor, umut veriyor, mutluluk veriyordu. Adama eskiden yaşadığı mutlu günleri hatırlatıyordu. Aklına Deniz'le birlikte yaptıkları ve konuştukları geldi yine. Deniz'in üzgün gözleri gözünün önünden gitmiyordu. Genç adamın boğazı düğümlendi. Engelleyemediği yakıcı yaşlar yanaklarından aşağı süzüldü. Ağzının içinden okkalı bir küfür savurup direksiyona vurdu. Kadın onu sevmiyordu bile. O Ege'yi seviyordu. Gölge onun için hiçbir zaman bir seçenek olmayacağını biliyordu. Genç kadının tercihi hep Ege olacaktı. Kalbini de kırsa, canını da yaksa da genç kadının ona döneceğini biliyordu. Genç adamın ona 'Beni sevebilir misin?' diye sormaya cesareti yoktu. İçinden bir ses şansını denemesini söylüyordu. İçindeki küçük çocuk o sese inanmak istiyordu. Kendisini tercih edeceğine... Kendisini seveceğine... Kendisinin olacağına... Deniz'in kendisini sevmesini istiyordu. Çok uzun zamandır sevgisiz kalmıştı. Ama Deniz'le birlikteyken adamın derinden hissettiği yalnızlık duygusu kayboluyordu. Onunla kendisini eskisi gibi hissediyordu, tıpkı beş sene önceki hali gibi. Onunla olmak istiyordu. Bencilce sadece kendisine ait olsun istiyordu. Sadece ona baksın, ona gülsün, ona kızsın, ona sövsün, onu sevsin. Telefonunun titremesiyle Deniz büyüsünden kurtuldu. Gözlerini hızla silip telefona baktı. Sadi'den bir mesaj vardı.
'Deniz'i kendi evine götürüyorlar.'
Gölge mesaja bakıp rahatlamayla bir nefes verdi. En azından kendi evine gidiyordu. Ama neden?
'Neden?'
'Bilmiyorum. Ama Deniz çok öfkeli gözüküyordu ve ağlıyordu.'
Genç adamın içi mesajı okumasıyla birlikte neşe ve umutla doldu. Deniz ona inanmıştı. Ege'ye değil...
'Tamam, sağ ol. Eve git. Dinlen. Arada ses ver, yaşadığını bileyim.'
'Ben iyiyim, sıkıntı yok.'
Deniz kendi evine gidiyordu. Ege'de kalmayacaktı. Demek ki, Gölge'ye inanıyordu. Hala bir şansı vardı genç adamın. Tek yapması gereken Deniz'le konuşmaktı. Bu sefer ona her şeyi söyleyecekti. Buna hisleri de dahildi. Daha fazla içinde bu duygu karmaşasıyla yaşayamazdı. Ondan kendisini kalbine almasını isteyecekti. Onsuz mutsuz olduğunu söyleyecekti. Deniz sevgi dolu biriydi. Onu affedecekti. Genç adam buna yürekten inanıyordu. İnancının verdiği cesaretle direksiyonu kırdı. Deniz'in evine doğru giden ilk sapağa saptı. Onun gözünde intikama susamış biri gibi olmayacaktı. Eskisi gibi olacaktı. Yine Umut olacaktı. Onunlayken Gölge olmayacaktı. Deniz'e ilk bunu söyleyecekti. İlk söyleyeceği adı olacaktı. Onun karşısına geçecek gerçekte kim olduğunu söyleyecekti.
"Merhaba, ben Umut Sönmez."
Bunları söyleyecekti. Genç kadın artık gerçekte onun kim olduğunu bilmeliydi. Böylelikle sevilecek biri olduğunu da görebilirdi. Onu sevebilirdi. Genç adamın kalbi beş yıl sonra ilk defa ısındı. 
*Baytar: Veteriner. Halk arasında Baytar diye geçer.
Şarkı: Sezen Aksu_ Keskin Bıçak
Geldim yarım 
Kaldım yarım 
Neydi ne oldu şu tez canım 
Ertelendim hayattan 
Sevdim yarım 
Derken; bugün olmazsa, olur yarın 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sekreter // 18. Kalbin Gizemli Dünyası

Sekreter // 21. Açık Hayal Kapısı

Çırpınırken // 1.