Sekreter // 28. Dört Prens Masalı

    Deniz sonunda her şeyin bitmesinden ve eve gelmiş olmaktan memnundu. Her ne kadar saati sabahın altısını gösterse de... Ege ile birlikte kapıdan içeri girdiler. Deniz aslında onu eve almayacaktı ama bu sarhoş haliyle eve göndermeye de gönlü razı olmamıştı. İçeriye girdiler. Deniz zor da olsa onu salondaki kanepeye sürükledi. Ardından onu koltuğa ittirdi. Ege koltuğa düşünce kafasını koltuğun sert arkalığına çarpınca acıyla inledi. Deniz'in içi cız etti ama yine de duruşunu bozmadı ve mutfağa kahve yapmaya gitti. Kısa sürede içinde buharı tüten acı Türk kahvesi ile geri geldi. Ege'yi yayıldığı koltukta doğrulttu ve kahveyi eline tutuşturdu. Ege kahvesinden bir kaç yudum aldıktan sonra fincanı önündeki sehpaya bıraktı. Kafasını Deniz'e çevirdi. Gözleri daha ayık bakıyordu. Deniz o konuşurken dili dolanmayınca genç adamın ayık olduğundan emin oldu.
"Sana bir şey anlatmak istiyorum. Daha fazla içimde tutamayacağım. Bu beni tüketiyor. Ama ne olursa olsun, bunu kimseye anlatmamalısın. Sadece sen bileceksin. Söz ver bana, Deniz." dedi genç kadının ellerini kendi elleri arasına alarak.
"Ege, anlamıyorum. Ne anlatacaksın?" dedi Deniz kaşlarını anlamayarak çattığında. Ege iç çekti.
"Bir masal anlatacağım. Dört prens hakkında korkunç, acımasız, nefret ve intikam dolu bir masal... Anlatmamı ister misin?" dedi umutla Deniz'in gözlerinin içine bakarak. Deniz pnun neyi kastettiğini anladı. Bşını sallayıp gülümseyerek onu anlatması için cesaretlendirdi. Derin bir nefes aldı genç adam. Sonrasında masalsı hayatını anlatmaya başladı.
***
Kendi ülkelerinde birbiriyle neşeyle geçinen dört tane prens varmış. Bir tanesi deniz gözlü, bir tanesi orman gözlü, bir tanesi toprak gözlü, sonuncusu ise gökyüzünün fırtına önesi halini anımsatan gri gözlüymüş. Kendi aileleri tarafından terk edilen bu prensler çareyi kendi ülkelerini kurmakta bulmuşlar. Ama bu o kadar da kolay değilmiş. Fırtına gözlü abisi yerine koyduğu bir arkadaşından yardım istemiş. Fırtına gözlü adama yardım eden arkadaşı kara şövalye daha sonra bu yardımın karşılığının sözünü alarak ortadan kaybolmuş. Prensler mutlu bir şekilde kurdukları ülkede hayatlarına neşeyle devam etmişler. Fırtına gözlü prens bir gün diğer prenslerle ülkelerini geliştirme yolları hakkında konuşurken ona bir haber gelmiş. Prens haberin kara şövalyeden geldiğini anlamış. Abisi bildiği kara şövalye ondan yapamayacağı bir şey istemiş. Haberi alınca yüzünün solduğunu gören diğer prensler merakla ona neyi olduğunu sormuşlar ama o onları duymazlıktan gelmiş. Prenslerin yanından ayrılıp kara şövlyenin şatosunun yolunu tutmuş. Toprak gözlü onun arkasından haykırmış.
"O aradı, değil mi?" diyen toprak gözlüyü duymazdan gelmiş fırtına gözlü. Diyebileceği herhangi bir kelimesi yokmuş çünkü. Büyük bir üzüntü ve hayatında ilk defa hissettiği suçluluk duygusuyla kendini yollara vurmuş.
Her şeyden habersiz ülklerinde kalan üç prens giden dostlarının arkasından şaşkınlıkla bakmışlar. Aslında üçü de haberin kimden geldiğini biliyormuş. Hepsi bir gün bugünün geleceğini biliyormuş. Sessizliğe dayanamayan orman gözlü,
"Sizce ne istedi?" diye sotmuş endişe ve merak karışımı bir sesle. Diğer prensler cevp vermeyip sessiz kalmışlar. Çünkü onların da en ufak bir fikirleri yokmuş. O sırada toprak gözlü olana ailesinden bir haber gelmiş. Annesi onu çok özlemiş ve eve gelmesini istemiş. Eve dönmekte kararsız olan prensi diğer prensler ikna etmiş.
"En azından aradılar. Bizimkiler toptan ümidi kesti bence." demiş deniz gözlü olan acı bir gülümsemeyle. Toprak gözlü hüzünle bakmış arkadaşına.
"Daha fazla bu sevgi nefret karışımı duyguyu hissetmek istemiyorum. Artık tek duyguya indirmenin zamanı geldi." demiş iç çekerek ve prenslere gülümseyip o da ülkesinden ayrılarak ailesinin ülkesinin yolunu tutmuş.
Kara şövalyenin şatosuna varmış olan fırtına gözlü prens karşısındaki her zaman abisi gibi gördüğü kara şövalyeye öfkeli gözlerle bakıyormuş. İstediği şeyi yapmak istemiyormuş. Son bir çırpınışla,
"O olmak zorunda mı?" demiş iç çekerek. Duygusuz ses tonu ile içini kavuran duygularına bir perde çekmiş.
"Adam benden gizli karanlık işler yapıyor, çocukların geleceğini riske atıyor ve konu çocuklar olunca ne hissettiğimi biliyorsun." demiş kara şövalye kararlı bir sesle. Prensin duygusuz sesine rağmen kara şövalye onun huzursuzluğunu hissetmiş.
"Ne zaman?" demiş prens savaştan vazgeçerek. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın sonunda onun dediğini yapmak zorunda kalacaağını biliyormuş. Çünkü, karşısındaki adam çok güçlüymüş. Prenslere sunduğu bu güzel hayatı saniyesinde ellerinden alabilir ve prens kendisiyle birlikte diğer üç prensi herkesin unuttuğu bir yerde bulabilirmiş. Hatta çok daha kötü bir duruma sokabilirmiş. Kara şövalyenin karanlık yüzü fırtına gözlünün kendisininkinden bile karanlıkmış.
"Bu gece." demiş kara şövalye onu düşünce havuzundan çıkartarak. Prens oturduğu yerden ayağa kalkmış. Çünkü daha fazla konuşacak bir şeyleri kalmamış. Kara şövalyeye başıyla selam vererek peşinde onun dört adamıyla birlikte şatodan çıkmış.
Toprak gözlü prens yemek masasında umduğundan çok daha mutluymuş. Aile olmayı özlemiş. Annesini, babasını ve küçük erkek kardeşini çok özlemiş. Prensin küçük kardeşi onu gördüğü gibi boynuna atılmış. Masada da hemen yanına oturmuş. Hızlı hızlı kendisi yokken neler yaptığını anlatıyormuş.
"Sakin ol biraz, koçum. Arada nefes almayı dene." demiş prens kardeşine gülerek. Kardeşi onu umursamadan aynı hızla anlatmayı sürdürünce annesi,
"Oğlum, bak abin yemeğini yiyemiyor. Bu konuşmayı yemekten sonraya ertelesen nasıl olur, yavrum?" demiş tatlı bir sesle. Kardeşi isteksiz bir şekilde başıyla onaylamış. Kısa süreli sessizliğin arasından annesi,
"İşlerin nasıl gidiyor, oğlum?" demiş. Prens bir an mutlulukla iç çekmiş. 'Oğlum' bu kelimeyi duymayı ne kadar çok özlediğini fark etmiş. Gülümseyerek annesine dönmüş.
"Oldukça iyi. Altı ay önce ihracata başladık. İtalya, Fransa, Amerika ve İngiltere ile antlaşmalar yaptık. Önümüzdeki ay itibariyle ürünlerimiz yurt dışındaki raflarda yerini alacak. Ekim sonu İstanbul Fashion Week'te defilemiz olacak. Hepimiz çok heyecanlıyız." diye anlatmaya başlamış sesinde saklayamadığı heyecanla. Annesinin gözlerindeki gurur pırıltıları adamı daha da mutlu etmiş.
"Borsadaki durumunuz ne?" demiş o zamana kadar hiç konuşmamış olan babası.
"Hisselerimizin değeri artıyor. Moda haftasını atlattıktan sonra çok daha iyi olacaktır." demiş babasına hafifçe gülümseyerek. Babası tepki vermese de prens onun gözlerinde bir anlığına parlayan gurur kıvılcımını görmüş.
Prens yemekten sonra babasının kendisini bırakma isteğini kırmamış. Bu sayede belki babası onunla gurur duyduğunu söyler diye bekliyormuş. Yemekte annesi ve kardeşi varken babasının duygularını tam anlamıyla açık edemediğini düşünüyormuş. Önceleri babası etrafta kimse yokken sarılır, severmiş kendisini. Prens ona neden böyle yaptığını sorduğunda sevginin zayıflık olduğunu ve insanların bu sevgiyle insanları yönetebileceğini söylermiş hep. Ama prens babasının aksine sevgiyi güçlendirici bir duygu olarak görürmüş. Babasına bunu söylediğinde dünyada duygulara yer olmadığını söylemiş. Ama gel gör ki prens yine babası tarafından yalnızken sevilmeyi umuyormuş.
Fırtına gözlü prens ormanın ortasında kara şövalyenin diğer adamları ile bekliyormuş. Diğer adamlar onun iki yanında sıralanmış, bekliyorlarmış. Prens sıkıntılı hissediyormuş kendini. İçinde bir sıkıntı varmış. Bunun biraz sonra toprak gözlünün babasını öldürmek zorunda kalcağı yüzünden olduğunu düşünmüş. Yolun karşısından gelen arabayla yanlarında dikilen adamlara kafasıyla işaret vermiş. Adamlar silahlarını alırken o da silahını eline almış. Karanlıkt arabanın önünü kesip içine bakmadan kılıçtan geçirmişler. Sonunda saldırıyı durdurduklarında prens adamların birinden feneri geirmesini istemiş. Adamın ölüp ölmediğini kontrol etmesi lazımmış. Adam feneri gertirdikten sonra geri gitmiş. Feneri içeri tutunca öldürmekle görevlendirildiği adamın garip bir şekilde yanındaki koltuğa uzanmış olduğunu görmüş. Prens arabanın içine dikkatle baktığında delik deşik adamın altında yatan üstü kızıla boyanmış dostunu fark edince beyninden vurulmuşa dönmüş. Endişeyle kafasını içeri uzatmış. Arkadaşının saklamaya çalıştığı hırıltılı soluğunu duyunca rahat bir nefes almış. Arkasında ayak seslerini duyunca doğrularak,
"İkisi de ölmüş." demiş buz gibi bir sesle. Ona doğru gelen adama elindeki kılıcı atınca adam havada tutup geri dönmüş. Prens son kez arabadaki dostuna bakmış. İçinde kabaran öfke hızla hücrelerini ele geçiriyormuş. Arabaya dikkatli bakmadığı için kendine, ona bu işi verdiği için abi dediği adama, karanlık işler yaptığı için dostunun babasına ve arabada olduğu için dostuna kızıyormuş.
***
"Ege?" dedi Deniz titrek bir sesle Ege'nin duraksamasıyla.
"Böyle işte! En sevdiğim dostumu böyle yok ettim ben!" dedi Ege gözlerinden yaşlar sicim gibi dökülüren.
"Sen nasıl bu kadarını bilebiliyorsun? Anlayamıyorum." dedi Deniz kaşlarını çatarak.
"Annesiyle konuştum. Neler olduğunu anlattı bana. O gece yaşadıkarını anlatı. Çok zordu dinlemek." dedi Ege iç çekerek.
"Sonra ne oldu? Bir masal gibi anlatma bana. Olanları sen de yaşadın. Yaşayarak anlat." dedi Deniz bir elini Ege'nin yüzüne uzatıp yaşlarını silerek. Genç adam iç çekti.
"Sadi'yi aradım. Ona Umut'un Arboretum yolunda ağır yaralı olduğunu, hemen yanına gitmesini söyledim. Hastaneye götürmesi tehlikeli olacaktı. Onu Hayri Baba'ya götürmesini ve benim gönderdiğimi söylemesini istedim. Ayrıca herkes iki kişiyi öldürdüğümüzü biliyordu. Sadi'ye Umut'un beden ölçülerine uygun bir ceset bulmasını, arabaya onu yerleştirip sonrasında aracı ateşe vermesini söyledim. Adli tıp kısmını ben halledecektim. Tanıdıklarım vardı. Onları Yalova'daki evime gönderdim. Umut iyileşene ve olaylar unutulana kadar orada kalmasını söyledim. Sonrasında da ona yeni bir kimlik çıkartmasını söyledim." dedi Ege öne doğru eğilerek.
"Sadi ne dedi, peki?" dedi Deniz merakla. Anlatılanlar onun kanını dondurmuştu. Ege neden her şeyi saklamıştı ki? Saklasaydı tüm bunlar yaşanmaz, Umut da böyle birine dönüşmezdi.
"Umut'un ilk Sadi'yi arayacağını biliyordum. lSadi'ye aramızdaki konuşmadan ne olursa olsun bahsetmemesini istedim. İtirz etti başta ama sonrasında biraz tehditvari konuşup onu ikna ettim." dedi Ege iç çekip. Geri yaslanıp gözlerini tavna çevirdi bu sefer de. Deniz'in gözlerinden kaçmaya çalıştığı belliydi.
"Peki, şu Bahriyeli... Onunla konuştun mu?" dedi Deniz onu konuşmaya zorlayarak. Genç adamın gözlerini kaçırdığını o da fark etmişti.
"Gitmez miyim? İlk ona gittim. Tüm öfkemi kustum yüzüne. O adam benim abi bildiğim, baba bildiğim bir adamdı. Yukarıda Allah var, bana babamdan daha çok babalık yaptı. Her şeyi ondan öğrendim ben." dedi Ege acı çeken bir tonlamayla.
"Katil olmayı mı mesela?" dedi Deniz iğneleyici bir sesle.
"Hayır. O benim içimdeki öfke, acı ve nefretin doğurduğu bir durumdu." dedi Ege sonunda Deniz'in gözlerine baktı. Deniz onun söyledikleri karşısında kaskatı kesildi? Nasıl... nasıl bu kadar kendisiyle aynı ruha sahip olabiliyordu? Deniz anlayamıyordu.
"Bana çocuk olmayı öğretti. Beni okula gönderdi. Gitmeyince kızdı, dövdü, aç bıraktı. Benimle oyun oynadı. Balık tutmaya götürdü. İskambil oyunlarını öğretti. Araba kullanmayı öğretti. Bütün bunları bana babam değil de o öğretti." dedi Ege gözlerini genç kadının gözlerinden ayırmadan.
"Ondan böyle bir hançer yiyince yıkıldım. Bana Umut'un arabada olduğunu bilmediğini söyledi. Ama bu geçerli bir sebep değildi. Onu affetmedim ve kapıyı çarpıp çıktım yanından." dedi hüzünlü bir sesle. Deniz farkında olmadan ona yaklaştı. Kollarını ona dolayıp genç adamın kafasını kendi göğsüne yasladı. Yumuşak hareketlerle genç adamın sırtını sıvazlamaya başladı.
"Sonra Eren aradı. Bana Bahriyeli'nin benden ne istediğini sordu. Ne diyeceğimi bilemedim bir an için. Ne diyebilirdim ki? Onları da suçuma ortak mı edecektim? Onu tersledim. Ne istediyse benden istedi, dedim. Eren itiraz etti ama uzatmasına izin vermeden telefonu yüzüne kapattım. Ertesi gün Umut'un babasının arabasını buldular. Yanmış bir şekilde... Haberlerde iki yanmış cesetin bulunduğuna dair haber geçti. Cesetlerin baba oğula ait olduğu adli tıpça onaylandı. Sönmez ailesinin karanlık yüzü çıktı sonra meydana. O haberleri ortadan kaldırmak için çok uğraştım." dedi Ege sakin bir sesle.
"Ne haberi?" dedi Deniz kaşlarını çatarak.
"Bahriyeli'nin Umut'un babasını öldürme seebebi neydi, biliyor musun?" dedi Ege başını hafifçe kaldırıp Deniz'e bakarak. Deniz başını olumsuz anlamda iki yana salladı.
"Umut'un babası uyuşturucu ticareti yapıyordu." dedi Ege düz bir sesle.
"Ne?" dedi Deniz elinde olmadan haykırarak. Sonrasında ikinci bir nidanın önüne geçmek için eliyle ağzını kapattı. Mavi'yi uyandırmak şu an istediği son şeydi.
"Bahriyeli annesini uyuşturucudan kaybetti. Bu yüzden bu konu onun için hassas bir konudur. Ne kendisi satar, ne de satanı yaşatır. Umut'un babasının bunu yaptığını öğrenince hesabını kesmesi bana kaldı. Ama gel gör ki, işler iyice boka sardı." dedi Ege iç çekerek.
"Neden hiç Umut'a anlatmadın bu olanları?" dedi Deniz merakla. En çok merak ettiği buydu.
"Ben..." dedi duraksadı Ege. Gözlerini kaçırdı.
"Sen ne?" dedi Deniz ısrarcı bir sesle.
"Ben ölmek istiyordum." dedi Deniz'e kısa bir bakış atarak. Ardından hızla elini Deniz'in ağzına götürdü ve çığlığını bastırdı. Elini çektiğinde,
"Sen ne saçmalıyorsun, Ege? Allah aşkına!" dedi Deniz öfke ve şaşkınlık karışımı bir sesle.
"Seninle tanışana kadar bir bok çukurunun içindeydim Deniz. Evet, dışarıdan gayet düzgün, bakımlı, kendine ve giyimine dikkat eden yakışıklı bir adam gibi gözüktüğümü biliyorum. Ama bu adece dış kabuğum. İçim çürümüştü. Umut'a olanlardan sonra bir daha kendime gelemedim. Hiçbirimiz gelemedik. Ama en çok etkilenen bendim. Çünkü her şey benim yüzümden olmuştu. Kendimden nefret ediyordum. Sonra sen girdin hayatıma. Her şey alt üst oldu." dedi cümlesinin sonunda hafifçe gülümseyerek. Deniz de gülümsedi.
"Ee, ne demiş Şems; Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. 'Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir.' diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?" dedi Ege'nin saçlarına bir öpücük kondurarak.
"14. Kural." dedi Ege genç kadını şaşırtarak. Deniz ona cevap vermek için ağzını açmışken yukarıdan gelen tıtkırtılarla ikisi de kulak kesildi. Bir kapı, tahminen banyonun kapısı açıldı. Deniz gözlerini Ege'ye çevirdi.
"Mavi uyanmış olmalı." dedi fısıltıyla.
"Kavgamızdan sonra neden burada olduğumla ilgili bir sorguya alınmak istemiyorum." dedi Ege de fısıldayarak.
"Ben de. Başladı mı, susmaz çünkü." dedi Deniz bezgin bir sesle. Ege kıkırdadı. Deniz gece film izlerken üstlerine sardıkları polar battaniyeyi aldı. Ege onu anlayıp hemen yattı. Deniz de onun yanına kıvrılıp battaniyeyi üstlerine bıraktı. Gözlerini yumdu. Uykuya dalmaksı zor olmayacaktı çünkü fazlasıyla yorgundu.
"Hâlâ küs müyüz?" dedi Ege hafif endişeli bir sesle.
"Kapa çeneni ve uyu!" dedi Deniz sinirli bir sesle. Ege cevap vermedi. Sadece Deniz'i saran kollarını sıkılaştırdı. Deniz istemsiz gülümsedi ve yorgunluğuna teslim oldu.
Şarkı: Candan Erçetin_ Onlar Yanlış Biliyor

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sekreter // 18. Kalbin Gizemli Dünyası

Sekreter // 21. Açık Hayal Kapısı

Çırpınırken // 1.