Sekreter // 2. Kaçak İşçi

   Deniz üstündeki koyu lacivert elbisesi ile saat tam 07.55'te şirketin önünde durdu. Küçük arabasını otoparka bıraktıktan sonra şirketin içinde bulunan asansöre yöneldi. Kapılar kapanmak üzereyken koşarak elini iki kapı arasına uzattı. Kapılar açılırken nefes nefese içeri daldı. Kafasını kaldırdığında dünkü mülakattaki yeşil gözü gördü. Gerçi gözünde güneş gözlükleri olduğu için o muhteşem gözleri göremiyordu ama yüzünü hatırlıyordu. Gözlüklerini gözünden çıkardı. Bir anlığına Deniz'e bakıp kaşlarını çatsa da tanımanın verdiği kısa bir sevinçle gülümseyerek elini uzattı.
"Günaydın, Deniz Erden değil mi? Dün tanışamadık. Ben Eren Destan." dedi samimi bir gülümseme eşliğinde. Deniz de gülümseyerek kendisine uzatılan eli sıktı.
"Memnun oldum, Eren Bey."
"Bakalım bize kaç gün dayanabileceksin?" dedi saklamaya çalıştığı hafif bir alayla.
"Bu bir yıldırma politikası mı?" dedi Deniz alayla gülümseyerek.
"Sen nasıl alırsan..." dedi omuz silkerek. Ama Deniz onun gözlerindeki hınzır pırıltıları hemen fark etti.
"Asker bir baba ve yerinde duramayan bir kardeşle büyüdüm, Eren Bey. Bence iyi dayanırım." dedi Deniz gözlerini kısıp hafifçe gülümseyerek.
"Bizim kişiliklerimiz birbirinden oldukça farklıdır. İnan bana, bir süre sonra delireceksin. Sana şöyle anlatayım. Ege aramızda en aksi ve sert olan, Efe ise tam bir enerji topudur, oradan oraya koşar ve enerjisi hiç bitmez. Bana gelirsek aralarında en gamsız en umursamaz olanlarıyım. Bu sebeple de günlük programımı neredeyse hiç umursamam. Aklında her bir ayrıntıyı tutman gerekecek. Ani program iptalleri karşısında hazırlıklı olmalısın."
"Merak etmeyin, ani değişiklikler konusunda tecrübe sahibiyim. Ama umursamaz olduğunuz hakkındaki söylediklerinize pek inandığım söylenemez. Umursamıyorum diyenler çoğu zaman dertlerini bu gamsızlık maskesiyle saklarlar. Kendimden biliyorum." dedi Deniz çenesini tutamayarak. Deniz kendine kızarken, asansörün kapısı açıldı. Eren hiçbir cevap vermeden Deniz'in önünden geçti. Deniz kendi ile olan kavgasına ara verip asansörden çıkıp geniş koridorda yürümeye başladı. Dünkü Barbie koridorun sonunda onu bekliyordu.
"Günaydın, Denizciğim. Ben Ebru. Gel sana çalışacağın yeri göstereyim." dedi fazla tatlı bir sesle. Deniz bir anlığına duraksadı. 'Denizciğim' mi? Gerçekten mi? Ne ara bu kızla böyle bir samimiyet kurmuştu ki? Kafasını iki yana sallayıp Barbie'yi takip etti. Barbie siyah film camla kaplı bir odanın kapısını açtı. İçeride bir masa, bilgisayar, bir uzun ve iki tekli koltuk vardı. Buraya kadar her şey normaldi. Ama kafasını odaya çevirince gözleri şaşkınlıkla açıldı. Odanın içinde birbirinin aynısı dört ayrı kapı vardı. Deniz bu odadan çıkışı bulana kadar akşam olurdu.
"Sağdaki oda Eren Bey'in odası, ortadaki Efe Bey'in odası ve soldaki ise Ege Bey'in odası oluyor. Şu masanın yanında yer alan kapı ise mutfak ve lavaboya açılıyor. Aklında iyi tut. Hadi, kolay gelsin." dedi Barbie onun şaşkın halini görmezden gelerek. O odadan çıktıktan sonra Deniz masaya geçip çantasını masanın üstüne bıraktı. Kendini fildişi kuleye hapsolmuş zavallı bir kız gibi hissediyordu. Kafasını hızlıca sallayıp bu düşünceyi kafasından attı. Çantasından evden çıkarken son anda aldığı yapışkan ok şeklindeki kâğıtları çıkardı. Odaları karıştırmamak için masasına her bir odayı gösteren oklar yapıştırdı. Üstlerine kimlerin odası olduğunu yazıyordu ki dış kapı açıldı ve sabah asansörde karşılaştığı Eren kapıdan içeri girdi. Deniz kendini toplayamadan ona doğru gelip ne yaptığına baktı ve bir kahkaha patlattı. Deniz rahat bir nefes aldı. Eren asansördeki patavatsızlığı unutmuş gibiydi.
"Buraya onlarca sekreter geldi. Biri de senin şu yaptığını akıl edemedi. En az bir hafta boyunca hep yanlış odalara girdiler." dedi gülerek. İkili gülüşürken ortadaki kapı açıldı. Mavi göz ya da nam-ı diğer Efe kafasını uzatıp merakla ikiliye baktı.
"Neler oluyor?" dedi Eren'e hitaben.
"Yeni sekreterimiz bana ne kadar zeki olduğunu kanıtladı." diyerek not kâğıtlarından kendi adı yazılı olanı alıp okun ucu ile kendi odasını gösterdi. Efe sırıtarak,
"Parlak fikir." dedi Deniz'e bakıp. Ardından odasına geri döndü. Eren, Deniz'e göz kırpıp,
"Kahvem ve programım, lütfen." dedi ve odasına gitti. Deniz hemen mutfağa geçti ve kahveyi hızla yaparken üstüne 'EREN DESTAN' yazdığı not defterini çıkardı. Dökmeden kahveyi fincana koyup aynı özenle Eren'in odasına yöneldi. Girmeden önce kapıyı tıklattı. 'Girin!' sesini duyunca içeri girdi. Kahveyi Eren'in önüne bırakıp,
"Eren Bey sabah programınız boş görünüyor. Ama öğleden sonra toplam dört toplantınız var. Bu toplantıların üçü burada ama 15.00'teki toplantı için Beykoz'a gitmeniz gerekecek. O saatteki trafiği göz önüne alırsak bir önceki toplantınızı 15 dakika öne çekmenizi tavsiye ederim. Bu size rahat bir yarım saat kazandıracaktır. Böylelikle saat 17.00'teki toplantınıza geç kalmamış olacaksınız. Bu toplantı üretici firmalarla yapacağınız bir toplantı olacağından büyük bir önem arz etmekte. Onun dışında bir şey yok." deyip not defterinden kafasını kaldırıp gözlerini Eren'e çevirdi. Eren garip bir ifadeyle Deniz'e bakıyordu.
"Beni şaşırttın, Deniz. Sanki 40 yıllık çalışanımız gibi bir sunuştu bu. Böyle sürprizler yaparsan şaşkınlıktan ölebilirim." dedi gülerek. Deniz'in nefesi boğazında tıkandı. İçinden, 'Sen de biraz daha böyle gülerek adımı söylersen ölebilirim.' dedi ama yüzüne bir şey yansıtmamaya çalıştı. Sadece gülümsemekle yetindi.
"Madem benim programım bu kadar, oldukça rahat gözüküyor. Tavsiyene de uyarsam ki uyacağım, oldukça sakin bir gün beni bekliyor." diyerek Deniz'e göz kırptı. 'Biraz daha bu odada kalırsam gerçekten kalp krizinden öleceğim.' diye iç geçirerek zorla gülümsedi.
"Kahve için teşekkürler." dedi. Deniz de bunu bir çıkış komutu olarak algılayarak odadan çıktı. Mutfağa geri dönerken bir yandan da yüzüne doğru elini hızla sallayarak yanan yanaklarını serinletmeye çalıştı. Mutfakta hızlıca Efe'nin kahvesini yapıp, 'EFE CAN SERİN' yazan defteri alıp Efe'nin odasının kapısını tıklattı. İçeriden gelen 'Girin!' sesiyle kapıyı açtı. Kahveyi Efe'nin önüne bırakıp,
"Günaydın Efe Bey, bugünün programı hakkında bilgi verebilir miyim?" dedi nazik bir gülümsemeyle. Efe kahvesinden bir yudum alırken Deniz'i başıyla onayladı.
"Sabah programınız oldukça yoğun gözüküyor. Yarım saat sonra Kırmızı Salon'da bir toplantınız var. Daha sonrasında 15 dakika arayla 4 toplantınız daha var. Öğleden sonra Seren Hanım'la kendisinin ofisinde bir görüşmeniz var. Ama giderken ana yoldan değil tali yolların birinden giderseniz iyi olur. Çünkü yol çalışması olduğunu fark ettim. Daha sonrasında burada eylülde gerçekleşmesini beklediğimiz defilenin koreografisi için Mert Bey ile bir toplantınız var." diyerek kafasını gömdüğü defterden kaldırdı Deniz. Efe'nin yüzünde Eren'inkine benzer bir bakış vardı ama yorum yapmadan başıyla onayladı ve gülümseyerek,
"Çıkabilirsin." dedi. Deniz de hafifçe gülümseyerek odadan çıktı. Tekrar mutfağa yöneldi. Üçüncü ve son kez... 'EGE ARSLAN' yazan defteri alıp son kapıya yöneldi ve kapıya vurdu. İçeriden ses gelmeyince bir daha vurdu ama yine ses yoktu. Deniz'in eli bir anlığına kapı koluna gitti ama nezaket kuralları gereği açmadı. Bunun yerine not defteri ve kahvenin olduğu tepsiyi tek eliyle tutarak dış kapıyı açıp masasında oturan Barbie'ye seslendi.
"Ebru, Ege Bey bugün gelmedi mi?"
"Hayır, geldi. Hatta 5 dakika önce geldi. Ne oldu ki?" dedi hafif bir şaşkınlıkla.
"Kapısını çaldım birkaç kez ama cevap vermedi." dedi Deniz omuz silkerek. O sırada Barbie'nin ince sesi yerine arkasından oldukça erkeksi bir ses,
"Duymamıştır belki." dedi alaycı bir sesle. Deniz olduğu yerde anlık bir korkuyla sıçradı. Yavaşça arkasını döndü. Gri gözler ise ifadesiz bir şekilde Deniz'in koyu kahve gözlerine kilitlendi. Deniz donakalmış bir şekilde dururken Ege uzanıp açık kapıyı uzattı. Deniz'in burnuna ferahlatıcı deniz kokusu doldu. Derin bir iç çekerken, beyni kendini toparlayıp konuşmayı akıl etti.
"Özür dilerim efendim. Kapıyı çaldım ama içeriden herhangi bir ses gelmediği için yoksunuz sandım." dedi hızlı hızlı. Ege hiçbir şey demeden gözleriyle Deniz'in gözlerinin derinlerine baktı. Deniz bir anlığına o gri puslu gözlerin tüm içini okuyabildiğini düşündü.
"İçeri bakabilirdin." dedi Ege gözlerinde tuhaf bir ışıltıyla. Deniz çok hafif bir alay seziyordu.
"Buyur edilmeden asla kimsenin odasına girmem." dedi Deniz bu alaylı ton karşısında sırtını dikleştirerek. Ege bu cesaret karşısında gözlerini kıstı. Ardından yine o sesindeki alaycı tonla,
"Öyleyse, buyur bakalım." dedi açık kapıyı eliyle işaret ederek. Deniz masasına bıraktığı tepsiyi aldı. Odadan girecekken duraksadı. Ege'ye dönüp,
"Tekrar kahve yapsam iyi olur. Bu soğumuştur." dedi bir adım geriye atarak. Ama Ege onunla aynı fikirde değil gibiydi. Elini Deniz'in beline yerleştirip geri çıkmasını engelledi. Tepsideki fincanı alıp bir yudum içti.
"Gayet iyi, Deniz Hanım. Şimdi içeri buyurun lütfen." dedi alaycı bir sırıtışla. Deniz belindeki el yüzünden yerine çakılmış gibiydi. Ege'nin dokunduğu yerden tüm vücuduna bir elektrik yayılıyordu ve bu elektrik sanki tüm omurgasını ele geçirmiş gibi hareket edemiyordu. Sonunda belindeki el onu hafifçe ittirince yürümesi gerektiğini anladı ve hızla o elden kurtulma isteğiyle odanın içine ilerledi. Ege onun bu hızlı atılışına takılmadan kapıyı kapatıp masasına geçti. Deniz kahveyi masasına bırakıp not defterini açtı. Hafifçe öksürdü.
"Ege Bey, bugün sabahtan 2 ve öğleden sonra da 2 olmak üzere toplam 4 toplantınız var. İlk toplantınız saat 10.00'da burada Mavi Salon'da. Geri kalan tüm toplantılarınız da yine şirkette gerçekleşecek. Ayrıca elimdeki notlara göre, dün sizi Emre Bey aramış ve bugün için bir görüşme talep etmiş. Bugün için olabilir demişsiniz ama hatırlatılmasını istemişsiniz. Kendisini programa dâhil edeyim mi?" dedi biraz hızlıca. Tam olarak Ege'nin etkisini atamamıştı. Ege ise bunu fark etmemişti bile. Düşünceli bir şekilde hafifçe kirli sakalını kaşıdı.
"Son toplantım kaçta?" dedi bir süre düşündükten sonra.
"Saat 15.00'te, Ar-Ge bölümüyle Duyum Testi ve genel toplantınız var."
"Ah, o bugündü değil mi?" dedi o an hatırlamış gibi gözlerini açarak.
"Evet, efendim." dedi Deniz onaylayarak.
"Ar-Ge toplantısının bitmesi beşi bulur. Bir saat geç çıkman sorun olur mu? Toplantıya girmene gerek yok ama her ihtimale karşı şirkette kalman gerekiyor."
"Hayır, efendim. Sorun olmaz."
"Peki öyleyse. Emre'yi programa dâhil et ve 17.15 olarak kaydet." dedi kaşlarını çatarak. Deniz hemen söylenilenleri deftere geçirdi.
"Peki, efendim. Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?" dedi Deniz nazik bir gülümsemeyle. Ege'nin çatık kaşları yumuşarken,
"Yok, çıkabilirsin." dedi o da nazik bir sesle. Deniz başını hafifçe eğdi ve odadan çıktı.
         Deniz sıkıntıdan kalemiyle masada ritm tutmaya başlamıştı. Saat 18.30 olmuştu ama hâlâ Ege ve Emre'nin toplantısı bitmemişti. Kalemin vuruş ritmini hızlandırmıştı ki kapı açıldı. Deniz hemen kalemi masaya bıraktı. Önce Emre arkasından Ege çıkarken Deniz de oturduğu sandalyesinden kalkıp ikisine de nazikçe gülümsedi. Emre gülen gözlerini Deniz'e çevirdi.
"Kusura bakmayın, Deniz Hanım. Sizi de bu saate kadar beklettik." dedi gülerek ve elini Deniz'e uzattı. Deniz kendisine uzatılan eli nazik ama güçlü bir şekilde sıktı.
"Ne demek, efendim. Hiç önemli değil. İşim bu." dedi nazik bir gülümsemeyle. Emre hayran hayran Deniz'i süzerek,
"Ege çok şanslısın ben kendi sekreterimi mesaisi bitince 5 dakika tutamıyorum. Sen kızı bir saat tuttun. Deniz bu işkolik canavarlara dayanamayacak gibi olursan bu benim kartım ararsın. Anında işe alırım seni. Bu devirde bu kadar iyi sekreter bulmak zor." dedi gülerek kartını uzattı. Deniz böyle bir şeye o an için ihtimal vermese de nezaketen kendisine uzatılan kartı aldı. Nazik ama ciddi bir sesle,
"Teşekkürler Emre Bey, ama sanırım sabrımın tükenmesi için uzun bir zaman geçmesi gerekecek. Oldukça sabırlıyımdır." dedi gülümseyerek. Emre hayal kırıklığıyla iç çekerken Deniz'in gözleri bir anlığına Ege'ye kaydı. Ege kafasını eğmiş alaycı gülümsemesini bastırmaya çalışıyordu. Deniz bu ifade karşısında öfkelendi ama sessiz kalmak zorunda kaldı. Ege de o sırada kendini topladı ve Emre'ye kapıyı gösterdi. Emre, Deniz'e gülümseyerek,
"İyi akşamlar, Deniz Hanım. Aramanızı bekleyeceğim yine de." dedi umutla.
"İyi akşamlar, Emre Bey." dedi Deniz de gülümseyerek. Ege, Emre Bey'i geçirirken Deniz de montunu giyip çantasını aldı. Deniz sinirle Ege'nin alaycı gülümsemesini düşünürken kapı açıldı ve Ege içeri girdi.
"Çıkıyor musun?" dedi Ege kaşlarını çatarak.
"Teknik olarak mesaim 1 saat önce bitti. Eğer benden istediğiniz bir şey yoksa çıkabilir miyim?" dedi Deniz kendini nazik olmaya zorlayarak.
"Burada bekle, geliyorum." dedi Ege ve odasına girip ceketini aldıktan sonra Deniz'in yanına geldi.
"Hadi, gidelim." dedi Ege. Deniz anlamayan gözlerle baktı. Ege gülüp Deniz'in yanına geldi. Sabah yaptığı gibi elini Deniz'in beline yerleştirdi ve odadan dışarı doğru ittirdi. Asansöre binene kadar da elini çekmedi. Asansöre bindiklerinde elini asansör demirine koyunca Deniz rahat bir nefes aldı. Asansör kapıları kapandığında Ege, Deniz'e dönüp,
"Seni ilk günden bir saatliğine olsa da fazla mesaiye tuttum. Bir yemek ısmarlamazsam, kötü bir patron olurum." dedi gülümseyerek. Deniz de gülümseyerek ona döndü.
"İşim bu, Ege Bey. Yemek ısmarlamanıza gerek yok." dedi nazik bir şekilde. Ege ise biraz Deniz'e yaklaşarak muzip pırıltılar saçan gözlerini Deniz'e kilitledi.
"Israr ediyorum." dedi çarpık bir sırıtış eşliğinde. Deniz duyduğu ses tonuyla erimemek için kendini zor tuttu. Deniz ağzını açtı ama sanki asansörde sanki hiç oksijen kalmamış gibi bir anlığına nefes alamadı. Asansör zil sesiyle açılmadan önce zorla,
"Ben..." diyebildi sadece. Kapılar açıldığında Deniz kendini saran büyülü havadan kurtularak derin bir nefes aldı ve kafasını salladı. Genç kadının başına ilk defa böyle bir şey geliyordu. Klostrofobisi* yoktu. Öyleyse neden asansörde nefessiz kalmıştı?
        Restoranın ihtişamı karşısında Deniz'in gözleri hayranlıkla büyüdü. Deniz sabah işe gelirken de burayı görmüştü ama restoranın dışı oldukça sadeydi. İçi ise muhteşem ötesi dışıyla zıtlaşırcasına mükemmeldi. Deniz kendini tutamayıp,
"Önemli olan iç güzellik dedikleri bu olsa gerek." dedi gözlerini işlemeli tavana çevirerek. Duyduğu kahkaha sesiyle kafasını yan tarafa çevirdi. Ege gülüyordu. Deniz şaşkınlıkla onun ilk defa bu kadar içten güldüğünü fark etti. Gri gözlerinin kenarları kırışmıştı. Çok yakışıklı duruyordu. Ege gözlerini ona çevirirken biraz olsun sakinleşmişti.
"Bu taraftan, Deniz Hanım." dedi Ege keyifli bir sesle. Deniz onun gösterdiği tarafa doğru tarafa ilerlerken dudaklarını birbirine bastırıp gülüşünü tuttu.
          Yemekleri bizzat şef tarafından önlerine konulunca Deniz, Ege'nin burada tanındığını anladı. Deniz sessizce yemeğine çatalı batırdı ve ilk lokmayı ağzına attı. Şahane lezzet karşısında bir anlığına gözlerini kapatıp bu mükemmel etin keyfini çıkardı.
"Beğendin mi?" dedi Ege onun bu hali karşısında eğlenir gibi. Deniz gözlerini açtı.
"Kesinlikle! Yediğim en iyi etlerden biri. Aşçıdan nasıl pişirdiğini öğrenmeliyim." dedi Deniz gülümseyerek. Ege yine alaycı bir yorum yapmak üzereyken Deniz'in telefonunun melodik sesi konuşmasına izin vermedi. Deniz hafif tedirgin bir bakışla Ege'yi süzdü.
"Tabii ki bakabilirsin." dedi Ege gülümseyerek. Deniz telefon ekranında yazan 'Mavi Kantaron'** yazısına gülümseyerek baktı. Telefonu açıp kulağına götürdü.
"Mavi, ben biraz..." diye başladı ama karşıdaki sinirli sesle bir anda yerinde sıçradı.
"Neredesin sen?" diye kükredi babası. Deniz hızla yan sandalyedeki çantasını kaptı ve ayağa fırladı.
"Benim işim uzun sürdü. Mesai..." diye kendini savunmaya çalıştı ama babası dinlememekte kararlıydı.
"15 dakika sonra seni evde göreceğim, küçük hanım. Süre tutuyorum ve süren... Başladı!" dediğinde Deniz çoktan restorandan dışarı fırlamıştı. Ege arkasından koşarken bir yandan da durmasını söylüyordu. Deniz restoranın önünden geçen boş bir taksiyi durdururken arkasından Ege öfkeli bir sesle,
"Sen nereye gittiğini sanıyorsun?" dedi sesini yükselterek.
"Çok üzgünüm, Ege Bey ama acilen gitmem lazım. Yemek için teşekkürler." dedi hızla ve taksiye atladı. Deniz eve zamanında ulaşabilmek için içinden tüm duaları sıralarken gözleri dikiz aynasına kaydı. Ege büyük bir öfkeyle taksiye bakıyordu. Deniz onun hesabını yarına bıraktı. Şimdi çok daha önemli bir sorunu vardı. Mesela 12 dakika içinde evde olmak...
*Klostrofobi, kapalı yerde kalma . Klostrofobisi olan kişiler, asansör gibi küçük ve kapalı yerlerde panik atak geçirebilir veya bu tip yerlerde panik atak geçirmekten, nefes alamamaktan, boğulmaktan korkabilir.
**Mavi kantaron (Centaurea cyanus), (Asteraceae) familyasından özellikle 'da bulunan mavi mor olan bir bitki türü.
**Mavi kantaron (Centaurea cyanus), (Asteraceae) familyasından özellikle 'da bulunan mavi mor olan bir bitki türü
Şarkı: Sertab Erener_ Kendime Yeni Bir Ben Lazım

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sekreter // 18. Kalbin Gizemli Dünyası

Sekreter // 21. Açık Hayal Kapısı

Çırpınırken // 1.