Sekreter // 3. Baba

Babaların oldukça enteresan varlıklar oldukları bilinen bir gerçektir. Babadan babaya kişilik olarak farklılık gösterseler de her babanın ortak bir özelliği vardır. O da korumacı tavırlarıdır. Çoğu baba bunu göstermez ama özellikle kız babaları bunu her fırsatta vurgularlar. Deniz ve Mavi'nin babası da çok farklı değildi. Ama tabii ki de iki kız babası olan Ata Erden'i özel kılan bir şey vardı. Ata Bey, İzmir'de Ege Ordu Komutanlığı'nda albay rütbeli bir askerdi. İki kızın rahatı babaları İzmir'de görev başındayken yerindeydi. Ama izine gelince her zaman olduğu gibi işler değişmişti.
"Koğuş kalk!" diye kükreyen sesle gözlerini açtı Deniz. Sürünerek yataktan doğruldu. Babasının sesi tüm evde yankılanıyordu. Eline telefonunu alıp ekranı açtı. 05.35. Babası yine zamana meydan okuyordu. Ayılmaya çalışarak yataktan kalktı ve odadan çıktı. Karşı odadan da kendi gibi ayakta uyuyan Mavi'yle karşılaştı. Alışkanlıkla omuz silkti iki kardeş birbirine. Babalarının yıllık izinleri hep böyle oluyordu. Mavi aşağıya inerken Deniz banyoya yöneldi. İşlerini halledip kahvaltıya indiğinde tabağındaki yumurtaları ile öpüşmek üzere olan Mavi'yi görünce kendi kendine güldü. Biraz olsun uykusu açılmıştı. Deniz masaya geçip kahvaltısına başlarken babası Mavi'yi dürttü. Mavi hızla sıçradı.
"26 Ağustos 1922! Büyük taarruzun başlangıcı!" diye haykırdı ayağa fırlayarak. Deniz kendini tutamayıp kahkahayı patlattı. Babası bir anlığına ciddi bir bakış atsa da o da dayanamayıp güldü.
"Günün anlam ve önemini bizimle paylaştığın için teşekkür ederiz, Mavi Erden." dedi Deniz gülerek. Mavi ayılarak babası ve ablasının kendisine güldüğünü görünce,
"Ama neden hep ben soytarı oluyorum ya?" dedi isyan ederek.
 "Çünkü sen bu ailenin en küçüğüsün." dedi Deniz gülerek. Mavi'ye dil çıkarttı. Mavi somurtarak kollarını göğsünde bağlayıp sırtını oturduğu sandalyenin arkasına yasladı. Babası sonunda ciddileşerek,
"Hadi, ikiniz de soytarılığı bırakıp kahvaltınıza dönün." dedi ve iki kız hemen tabaklarına eğildiler.
            Deniz kahvaltısını bitirip hazırlandığında hâlen yarım saati vardı. Kendi kendine oflayarak günlük programları kontrol etmek için bilgisayarı açtı. Tüm kontrollerini yaptıktan sonra gereken şeyleri çantasına atıp bahçedeki saksılardan içinde henüz yeni açmış sardunya olan saksıyı alıp evden çıktı. Şirkete doğru giderken tek düşünebildiği bir önceki gece ve tüm sabah aklından uzak tutmaya çalıştığı restoran vakasıydı. İçindeki Ukala Deniz fısıldayarak ona insafsızca hatırlatıyordu her şeyi. 'Dün yediğin hurmaları hatırlıyorsun, değil mi Denizciğim? Hani bugün münasip bir yerini tırmalayacak olan hurmalar?' İçindeki ukalayı susturmaya çalışırken şirkete gelmişti. Hemen minibüsten inip şirkete seri adımlarla ilerledi. Kartını girişten okuturken kapanan kapıları gördü.
"Asansörü tutar mısınız, lütfen?" diye seslendi asansöre doğru. Bir el uzanıp kapıları tuttu. Deniz kartını çantasına atıp asansöre binerken kafasını kaldırmadan,
"Teşekkürler." dedi nazikçe.
"Bir şey değil." diyen alaylı sesi duyunca ise hızla başını kaldırdı. Tanıdık gri gözlerle karşılaşınca nefesi boğazında tıkandı.
"Ege Bey..." dedi ama devamını getiremeyerek sustu.
"Söyleyecek bir şeyiniz mi var, Deniz Hanım?" dedi aynı alayla. Deniz biraz olsun kendini toplayarak,
"Ege Bey, ben çok üzgünüm. Gece sizi öyle bir açıklama yapmadan bırakmam, hiç hoş olmadı. Çok özür dilerim." dedi mahcup bir sesle.
"Gerçekten mi? Bunu dün gece düşünememiş olman kötü oldu." dedi gülümseyerek. Ama bu gülümseme sadece dudaklarındaydı. Gözleriyse büyük bir öfke saçıyordu karşısındaki genç kadına.
"Ege Bey, çok üzgünüm gerçekten. Ama lütfen beni anlayın, mecburdum. Sokakta kalırdım." dedi Deniz yalvaran bir tonlamayla.
"Sokakta mı kalırdın?" dedi alayla.
"Evet, geç kalsaydım sokakta kalırdım. Babam asker. Fazlasıyla disiplin altında yetiştik. Aslında genelde bir sorun yaşamayız çünkü İzmir'de görev yapıyor. Bu yüzden oldukça rahatız. Ama her sene olduğu gibi bu sene de mezuniyetini bizle geçirmek istedi. Çok iyi bir adamdır ama oldukça katı kuralları vardır. Onun dediği zamanda evde olmazsanız sokakta kalırsınız. Ben şahsen dört kere sokakta kaldım. Çok kötüydü." dedi Deniz o günleri hatırlayıp istemsiz titreyerek. Babası çok mükemmel bir insandı aslında ama kuralları hiçbir şekilde çiğnenemezdi. Ata Erden'i özel kılan buydu işte. Bu cümleler Ege'yi etkilemiş gibi kafasını eğip kadına yaklaştı. Ama onun yaklaşması ile bir anda asansörün yine basıncı düşmüş ve oksijeni tükenmiş gibiydi. Deniz içinden biraz önce bol olan oksijeni çalana küfürler yağdırıyordu. Ege Deniz'e doğru ilerleyerek genç kadını asansör duvarıyla kendisi arasında sıkıştırdı. Kaçamasın diye de iki elini duvara dayadı. Aklına bir şey gelmiş gibi bir an kaşları çatıldı. Gözlerini Deniz'den ayırmadan eli asansör düğmelerinin olduğu düğmeler uzandı ve üstünde 'STOP' yazan kırmızı düğmeye bastı. Asansör 20 ile 21. katların arasında sarsılmadan durdu. Öfkeyle yanan gözlerle Deniz'e bakarken genç kadın son duasını etmek için zamanı olup olmadığını düşünüyordu. Zira biraz sonra nefessiz kalmaktan öbür tarafa geçecekti.
"Bu zamana kadar hiçbir kadın beni öyle bir şekilde bırakmamıştı. Seni herhangi bir kadından farklı kılan ne ki, beni öyle bırakıp gittin, Deniz?" dedi sıkılı dişlerinin arasından. Deniz konuşması yetisini kaybetmiş gibiydi.
"Niye susuyorsun? Sana bir soru sordum." dedi biraz daha yaklaşarak. Adamın sıcak nefesi genç kadının yüzünü yalıyordu. Deniz ona cevap vermek istiyordu tabii. Ama adam bu kadar yakınındayken genç kadın tüm kelimelerini zihninin derinliklerinde unutmuş gibiydi.
"Ege Bey mecburdum." dedi sonunda. Beynini zorlayarak birkaç kelime çıkarabilmişti.
"Mecburdun, öyle mi?" dedi Ege alayla.
"Evet, sokakta mı kalsaydım?" dedi dudak bükerek. Ege'nin gözleri bir anda kadının dudaklarına kaydı. Kadının dudakları daha önce de bu kadar seksi miydi, diye düşündü.
"Siktir!" diye fısıldadı. Neler düşünüyordu böyle? Kadının dudaklarını düşünmemeliydi. Biraz daha yaklaştı ama fark etmeden. Kadının dudaklarına doğru,
"Nefes al, Deniz." diye fısıldadı alayla. Ardından kadının büyüsünden kurtulmaya çalışarak hızla geri çekildi ve düğmeye basarak asansörün tekrar hareket etmesini sağladı. Deniz verilen uyarı ile nefes almayı biraz olsun başardı. Deniz kendini asansör duvarına dayadı. Çünkü başka türlü ayakta durabileceğini sanmıyordu. Az önce neler olmuştu öyle? Niye kalbi bir bando takımıyla yarışır gibi atıyordu?
           Günün geri kalanı sabahın heyecanının aksine oldukça sakin geçmişti. Ama Deniz için fazlasıyla huzursuzdu. Kadın içinde tırmanan huzursuzluk hissini durduramıyordu. Bu sakinlik onu rahatlatmak yerine daha da huzursuz ediyordu. Fırtınadan önceki sessizlikti bu. Genç kadının hislerinin doğruluğunu kanıtlarcasına telefon çaldı. Deniz telefonu açtığında hattın diğer ucundan Barbie Ebru babasının geldiğini haber verdi. Deniz içinden, işte şimdi sıçtın, dedi. Kapı açıldı ve babası içeri girdi.
"Deniz!" dedi kükreyerek. Deniz bir anda ayağa fırladı.
"Baba." dedi tedirgin bir sesle.
"Otur yerine! Sadece nasıl bir yerde çalıştığını görmek istedim." dedi rahat koltuklardan birine otururken.
"Hoş geldin, baba." dedi Deniz biraz olsun rahatlayarak. Anlaşılan o ki, bölük komutanı Ata Erden şimdilik istirahate çekilmişti. Babası gülümseyerek bakıyordu Deniz'e.
"Bir şey içer misin, babacım?" dedi Deniz babasının gülen yüzünü görünce.
"Sen yaparsan bir kahveni içerim." dedi gülümsemesini koruyarak babası. Bunu duyduğu gibi hemen kalkıp mutfağa gitti Deniz. Mutfakta yedinci kahvesini yaparken, sevgili patronları bugün kendisinden ikişer kahve istemişti, sakinleşmeye kafasını toplamaya çalışıyordu. Endişelenmeye gerek yoktu. Babası bugün iyi tarafından kalkmıştı. Kahve olduğunda hemen fincana alıp mutfaktan çıktı. Gördüğü manzara karşısında az daha elindeki tepsiyi deviriyordu Deniz. Babası ve Ege karşılıklı oturmuş konuşuyorlardı. Deniz sıkı bir küfür mırıldanıp yanlarına gitti. Babasına kahvesini uzattı. Ardından Ege'ye dönüp,
"Siz de ister misiniz, efendim?" dedi sakin kalmaya çalışarak.
"Hayır, bugün yeterince içtim." dedi hafifçe gülümseyerek. Bu gülümsemedeki anlamı anlamıştı Deniz. Bu tam bir 'Şimdi elime düştün.' bakışıydı. Çaresiz bir şekilde öyle dikilirken babasının sesiyle olduğu yerde sıçradı.
"Dikilme başımda öyle! Geç yerine!" dedi babası sert bir sesle. Hemen yerine geçti. Babası ise Ege'ye dönüp,
"Demek kızımdan memnunsunuz." dedi gurur duyan bir tonla. Deniz'in gözleri şokla açıldı. Ege, kendisini övmüş müydü? Hem de dün gece ve bu sabah yaşananlardan sonra...
"Tabii ki de bunu söylemek için erken ama şunu söyleyebilirim; bize pek sekreter dayanmıyor. Fazlaca disiplin düşkünü insanlarız ve Deniz sizden kaynaklı olarak bu disipline alışık. Bu sebeple de bu zamana kadar bir sorun yaşamadık. Umarız da yaşamayız." dedi Ege, Deniz şaşkınlıkla ona bakarken. Deniz kendini veli toplantısında gibi hissediyordu. Böyle bir konuşmaya en son şahit olduğunda 17 yaşındaydı. Deniz şaşkınlığını henüz atamamışken Ege şeytani bir sırıtışla bir anlığına Deniz'e baktı. Ardından,
"Gerçi dün akşam bu disiplini bozduğunu söyleyebilirim." dedi babasına dönüp. Deniz'in yüzü hayaletlerin rengi ile yarışırken idam fermanının imzalandığını düşünüyordu. Kafasını eğip kendi kendine,
'Sıçtı Cafer, bez getir.' dedi öfkeyle. Babasının bakışları öfkeyle Deniz'e dönerken,
"Öyle mi?" dedi sinirli bir sesle. Deniz korkuyla yutkundu. Ege şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Deniz neredeyse yalvaran gözlerle döndüğünde ise kaşları çatıldı. Deniz'in kendisine yalan söylediğini sanmıştı ama anlaşılan genç kadın doğruyu söylüyordu. Kadını düştüğü durumdan kurtararak,
"Yanlış anlamayın. Siz telefonla arayınca hızla çıktı. Ben de şaşırdım." dedi sakince gülümseyerek. Babası bu sefer bakışlarını Ege'ye çevirdi ama öfkesi sönmüş gibiydi.
"Kızım bana Deniz'in altıda çıkacağını söylemişti." dedi şüpheyle gözlerini hafifçe kısarak.
"Kızınız?" dedi Ege biraz zaman kazanmaya çalışarak ve adamı biraz daha sakinleştirmeye çalışarak.
"Bir kızım daha var, Mavi. O söylemişti. Ben de gelmesi gereken saat sarkınca endişelendim doğal olarak."
"Siz de haklısınız. Kusura bakmayın, ilk günden kendisini mesaiye bırakmış olduk. İşlerimiz sarkmasaydı böyle olmayacaktı. Deniz Hanım da bu sebepten geç kalmak zorunda kaldı. Ona ilk gün böyle bir sıkıntı yaşatmak istemezdik ama iş dünyası ne yaparsınız?" dedi rahat bir tavırla omuz silkerek. Deniz babasına döndüğünde tekrar yüzüne yerleşen gülümsemeyi gördü ve tuttuğunun bile farkında olmadığı nefesini dışarı üfledi. Babası kahvesinden son yudumu aldıktan sonra bardağı masaya bırakıp koltuktan kalktı. Ege de onun kalktığını görerek doğruldu ve elini uzattı.
"Tanıştığımıza çok memnun oldum, Ata Bey." dedi gülümseyerek. Ata Bey de gülümseyerek uzatılan eli sıktı. Kızına da gülümseyerek bir asker selamı çaktı ve ofisten çıktı. Deniz babası gittikten sonra rahat bir nefes aldı. Ege ise düşünceli bir şekilde Deniz'e dönüp,
"Ben bahane uyduruyorsun sanmıştım. Meğer gerçekten öyleymiş." dedi dudak bükerek.
"Size yalan borcum yok, Ege Bey. Neden size yalan söyleyeyim?" dedi Deniz aksi bir sesle. Adam resmen kendisine yalancı demişti. Ege, Deniz'i garip bir ifadeyle süzdü. Ardından bir şey demeden odasına geçti. Deniz de tam anlamıyla rahatlayarak kendini koltuğuna bıraktı ve derin bir nefes aldı.
               Saat 18.00 olduğunda Deniz çantasını toplamaya başladı. Montunu giydikten ve çantasını eline aldıktan sonra patronlarına çıkacağını haber vermek için sırayla odalarına yöneliyordu ki, karşısındaki üç kapıda eş zamanlı olarak açıldı. Deniz şaşkın bir bakışla gözlerini sırayla birbirinden yakışıklı adamların üzerinde gezdirdi. Sonrasındaysa kendini tutamayıp güldü. Karşısındaki üçlü de onunla birlikte gülmeye başladılar. Kendini ilk toplayan Eren oldu.
"Çıkıyoruz sanırım." dedi hafif bir alayla gülerken. Deniz de gülerek,
"Ben de tam çıkabilir miyim, diye sormaya geliyordum." dedi. Ege ise hınzır ve alaylı bakışlarını Deniz'e dikerek,
"Sen eve koş, yoksa sokakta kalırsın." dedi gülerek. Deniz öfkeyle Ege'ye bakarken, Efe ve Eren'in bakışları şaşkınlıkla Deniz ve Ege arasında gidip geliyordu. Ege, Efe ve Eren'in bakışlarını fark ederek onlara döndü.
"Sonra anlatırım." dedi çarpık bir sırıtışla. Deniz, Ege'nin alay taşan ses tonu karşısında çok sinirlenmişti. Gülümsemeye çalışarak hepsine 'İyi akşamlar' dileyip dışarı çıktı. Asansöre doğru öfkeli ve hızlı adımlarla ilerlerken bir el koluna yapışarak durdurdu kendisini. Deniz kafasını hırsla arkasına çevirince Ege'yi gördü. Derin bir nefes alıp kendini sakinleştirmeye çalıştı ve yüzüne sahte bir gülümseme yapıştırdı.
"Buyurun Ege Bey, bir sorun mu vardı?" dedi fazla tatlı bir sesle.
"Şunu yapma." dedi Ege kaşlarını çatarak.
"Ne demek istediğinizi anladığımı sanmıyorum, efendim." dedi Deniz anlamazlıktan gelerek.
"Şu sahte gülümsemenden bahsediyorum. Yapma." dedi Ege hafif sinirli bir sesle.
"Hala anlamadığımı belirtmeliyim. Başka bir isteğiniz yoksa artık gidebilir miyim? Malum koşmam gerekiyor." dedi Deniz alayla. Ege bir şey söylemek için ağzını açtı ama o sırada arkasındaki kapı açıldı. Birbiriyle konuşup gülüşerek çıkan Efe ve Eren'i gören Deniz, kolunun acımasına aldırmadan hırsla kolunu Ege'nin elinden kurtardı. Efe ve Eren bakışlarını kendisine çevirmeden, Ege'yi kendisine şaşkın şaşkın bakarken bırakıp asansöre yöneldi. Öfkesinin kendisini ele geçirmesine izin vermeden derin bir nefes alıp kendini sakinleştirdi. Onu öfkelendirmek için alaycı egoist bir patron bozuntusundan fazlası gerekiyordu.
            Haftanın geri kalanında Deniz sabır taşı ile yarışır bir durumdaydı. Hatta bu durumda sabır taşının çoktan çatlamış olacağını düşünüyordu. Evde babası, iş yerinde başta Ege olmak üzere çok sevdiği(!) patronları sabrını zorluyorlardı. Aslında Eren ve Efe ile bir sorunu yoktu. Hatta Eren'i çok sevdiğini söyleyebilirdi. Ama Ege... Ege, Deniz'i çileden çıkartmaya yemin etmiş gibiydi. Öyle ki tam zamanlı iş edinmiş gibiydi. Cumartesi gün sonu geldiğinde Deniz sevinç çığlıkları atmamak için kendini zor tutuyordu. Çünkü pazar tatildi. Ne mutlu ona ki, tatil olan Pazar haftasında işe girmişti. Mutlu bir şekilde eve gittiğinde şansına babasının da iyi gününde olduğunu görünce Deniz mutlulukla bir iç çekti. Babası film izleme önerisinde bulununca ise rüya gördüğünü ya da babasının dalga geçtiğini düşünmüştü. Ama babasının ciddi olduğunu anlayınca ve kendini çimdiklediğinde canının acıdığını hissedince doğruluğundan emin oldu. Babasının fikir değiştirmesinden korkarak hemen bir film seçip başlattı. Ama çok değil yarım saat sonra telefonu ısrarla çalarak bu güzel ortamı bozdu. Deniz oflayarak telefona uzanırken babası ters bir bakışla süzdü onu. Ekrandaki ismi görünce her ne kadar açmak istemese de açmak zorundaydı. Telefonla bahçeye çıktı.
"Buyurun, Ege Bey? Bir sorun mu vardı?" dedi bezgin ses tonunu saklayamayarak.
"Evet, Deniz Hanım. Bir sorunum var." dedi alayla. 'Hanım' kelimesine yaptığı alaylı vurgu Deniz'in gözünden kaçmamıştı. Sinirlerine hâkim olmaya çalışarak,
"Sizi dinliyorum, efendim." Dedi sıkılı dişlerinin arasından. Hattın diğer ucundan Ege keskin bir nefes aldı.
"Bir daha desene." dedi Deniz'e oldukça tehlikeli gelen bir tonlamayla. Deniz kendi kendine kaşlarını çatıp,
"Efendim?" diye cevapladı. Ege kısık sesle güldü.
"Deniz Deniz Deniz..." dedi adını üç kere sanki bir yaramazlık yapmış gibi hınzırca tekrar ederek. Ardından Deniz'in bir yorum yapmasına izin vermeden sözlerine devam etti.
"Yarın tatil günümüz, haberin var mı?" dedi nazik bir sesle.
"Haberim vardı ama yine de düşünüp aradığınız için teşekkür ederim." dedi aynı nazik tonla. Bir anlığına ikisinin arasında garip sessizlik oldu. Daha sonrasında Ege tehditkâr bir tonla,
"Pençelerinin çekilmiş olduğunu görmek güzel. Bilmen gereken bir şey daha var: Salı günü olanları unutmuş değilim. Bir daha sakın bana diklenme." dedi ve telefonu kapattı. Deniz şokla olduğu yere çakılı kaldı. Elindeki telefona şaşkın bakışlar atarak içeri girdi. Babası onun geri döndüğünü fark edip,
"Kimmiş gecenin bir vakti arayan?" dedi gözlerini kısarak.
"Ege Bey. Yarın tatil günümüz. Benim haberim olduğunu bilmiyormuş. Yani tatil olduğunu söylemek için aramış." dedi biraz olsun kendini toparladığında. Babasının tedirgin bakışları kaybolurken rahat bir nefes alıp koltuğa çöktü. Film devam ederken babası,
"Yarın sabah sporuna gideriz, madem çalışmıyorsun." dedi bir anda. Deniz'in omuzları çökerken,
"Niye biri kafama sıkıp bu işkenceyi bitirmiyor?" dedi babasının duyamayacağı bir sesle. Mavi ise duymuştu. Ablasına doğru eğilip,
"Yarın güneşi göreceğiz, ablacım. O zaman, güç bizimle olsun!" dedi alayla.
Şarkı: Boney M_ Daddy Cool

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sekreter // 18. Kalbin Gizemli Dünyası

Sekreter // 21. Açık Hayal Kapısı

Çırpınırken // 1.