Sekreter // 15. Yağmur Buğusu


      Ege fazlasıyla bitkin bir şekilde elindeki kalemi masasına bırakıp dosyayı ittirdi. Bir hafta olmuştu. Deniz olmadan yaşadığı, daha doğrusu yaşadığını sandığı bir hafta... Ruhsuz bir hafta... Evet, Deniz ofisteydi. Hatta sadece bir kapı vardı aralarında ama beyinleri arasında uçurumlar vardı. Ege'nin parmakları masada umutsuz bir ritm tutturmuşken beyninde Deniz'in sözleri yankılanıyordu.
'Ne yaptıysan sen yaptın!'
'Bir daha krize sokman için mi?!'
'Sen de her şeyini vermeye karar verdiğinde beni ararsın!'
Deniz aslında Ege'nin sahip olmadığı bir şeyi istiyordu Deniz'den. Bir kalp... Ege sahip olduğuna bile inanmadığı bir şeyi nasıl verebilirdi ki? Kafasını iki yana salladı. Camına vurmaya başlayan sonbahar yağmuruyla bakışlarını masasından ayırıp oraya çevirdi. Ege kalkıp cama doğru yürürken yağmur çoktan hızlanmıştı. Bir süre daha baktıktan sonra iç çekip odasından çıktı. Gözleri farkında olmadan Deniz'in masasına kaydı. Boştu. Çantası ve montu oradaydı ama kendisi yoktu. Fırsattan istifade ederek genç kadının masasına yürüdü. Çantası açıktı. Not defteri gözüme çarptı. Yıldızlarla kaplıydı. Defteri çantadan çıkardım. Yeni almış olmalıydı. Çünkü hiçbir şey yazmıyordu. İç cebinden kalemini çıkardı. Ve içinden geldiği gibi yazmaya başladı.
'Sensizliğin benden götüreceği çok şey var... Olsun... Senin olmak, seninle olmak çok şey getirdi bana. Merak etme, sana gel demeyeceğim. Git de diyemem. Hele sev hiç diyemem. Sadece sensizliğin benden götüreceği çok şey var. Ama aynı zamanda seninle olmak çok şey getirdi bana. Bunu bil istedim.'
Ege yazmayı bitirdikten sonra kalemini tekrar iç cebine koydu. Defteri masanın üstüne bıraktı ve ofisin dışına yöneldi. Şirketten kendini zorla dışarı attı. Yağmur sağanaktan hafif sağanağa çevirmişti. Ege kravatını gevşetip derin nefesler aldı ve yağmur kokusunu içine çekti. Biraz olsun içindeki yangın dinmiş gibiydi. Gözlerini kapatıp başını göğe doğru kaldırdı ve yağmurun yangınını tamamen söndürmesine izin verdi. Bir süre sonra yağmur damlaları yüzüne düşmeyi kesiklerin Ege çaresizce içindeki yangın sönmeden yağmurun dindiğini düşündü ama hala yağmurun sesini duyabiliyordu. Gözlerini araladı ve gözleri mavi gökyüzü yerine bir renk cümbüşü ile karşı karşıya kaldı. Sonrasında odaklanmayı başarabildiğinde bunun Gökkuşağı renklerini barındıran bir şemsiye olduğunu fark etti. Kafasını şemsiyenin sahibine çevirdi ve Deniz'le göz göze geldi. Gözlerinden şaşkınlık okunuyordu. Deniz başını yana eğip baktı genç adamın yüzüne. Ege'nin bir şey söyleyemeyeceğini anladığında konuşmaya başladı.
"Yağmurda ıslanmayı seven birine benzemiyorsun. Şemsiye getirmem gerek diye düşündüm." dedi Deniz nazik bir sesle. Ege'nin şaşkın bakışları kaybolurken bu sefer şüpheli bir ifade yerleşmişti yerine. Notu okumuş muydu? Ege'nin düşündüğü buydu. Deniz'i incelemeye devam ederken,
"Sadece bana yardım ediyordu." dedi düşünceli bir sesle.
"Yağmur mu? Ne için?" dedi Deniz kaşlarını çatarak.
"İçimdeki yangını söndürmek konusunda yardım ediyordu." dedi Ege iç çekerek. Deniz'in dudaklarına hüzünlü bir gülümseme yerleşti.
"Kendi yaktığın yangın için yağmurdan yardım isteyemezsin. O yangını sadece sen söndürebilirsin." dedi gözlerini Ege'nin gözlerine sabitleyerek. Ardından Ege'nin elini tuttu ve elindeki şemsiyeyi eline tutuşturdu. Ardından yağmura çıktı. Ege kendisinin aksine Deniz'in yağmurla arasında ciddi bir dostluk olduğunu anlamıştı. Oyun arkadaşı gibiydiler. Deniz yeni oluşmuş su birikintilerinde gezdirdi ayaklarını. Topuklularının batmasına aldırmıyordu bile. Gülümsemesine hakim olamıyordu Ege. Deniz su birikintilerinin üzerinde sekerek yolda ilerledi. İnsanlar ona garip bir ifadeyle bakıyorlardı ama onun umurunda değildi. Arabasına ulaşana kadar böyle devam etti. Arabasına atladıktan sonra Ege'nin onu izleyen bakışları eşliğinde İstanbul trafiğine karıştı. Ege elindeki şemsiyeyi indirip kapattı. Ardındaki yüzündeki mutlu gülümsemeyle şirkete geri girdi.
Ege toplantı sonrası odasına girecekken odasından çıkan Eren'le karşılaştı. Eren kafasını kaldırıp ters bir ifadeyle süzdü Ege'yi. Ardından bir şey demeden hızla ofisten çıkıp toplantı odasına gitti. Onun arkasından bu sefer Efe'nin odasının kapısı açıldı. Efe kafasını kaldırıp Ege'yi görünce,
"Merhaba, Ege! Bugün hiç görüşemedik!" dedi neşeli bir sesle.
"Yoğunluk artıyor. Lansmanlar hızla geliyor." dedi Ege gülümseyerek.
"Deniz'de bir değişiklik fark ettin mi?" dedi Efe düşünceli bir sesle. Ege onun adını duyduğunda içinde yükselen acıyı bastırıp gülümsedi.
"Hayır, ne oldu ki?" dedi Ege meraklı bir sesle. Bilmez gibi yapmak zordu.
"Sen bir şey yapmadın, değil mi? Yani ilk zamanlar aranızda bir gerilim vardı." dedi Efe şüpheli bir sesle. Ege bir anlığına onun altıncı hissinden korktu.
"Ne alakası var?" dedi Ege şaşkın bir şekilde.
"Soruma soruyla karşılık verme! Dürüstçe söyle." dedi Efe sabırsızlıkla. Ege'nin onu geçiştirdiğini anlamıştı.
"Belki." dedi Ege isteksiz bir sesle pes ederek. Kaçmakla bir şey kazanamayacaktı.
"Yine hangi piçliği yaptığını sorabilir miyim, saygıdeğer dostum?!" dedi Efe iğneleyici bir sesle. Bakışlarından sinirli olduğu belliydi. Ege şaşkınlıkla kendini bildi bileli tanıdığı dostunun suratına baktı. Efe, Ege'ye karşı Deniz'i mi savunuyordu? Çocukluk arkadaşını değil de üç haftadır tanıdığı bir sekreteri mi tercih ediyordu? İçinden bir ses sinsice fısıldadı.
'Sen de ona herkesten daha fazla güveniyorsun.'
Doğruydu. Deniz kısa sürede kendini alıştırmıştı, Ege'ye. Onunla Efe ve Eren'in haberi bile olmadığı sadist duygularını paylaşmıştı. Anlaşılan bir şeyler paylaşan tek kişi kendisi değildi. Efe ve Eren de bir şeyler paylaşıp sıkı dostluğun adımlarını atmışlardı.
"Bir şey yapmadım. Yani yapmadığımı sanıyordum. Nereden bilebilirdim ki?" dedi ellerini hırsla saçlarının arasına sokarken. Efe'den çok kendiyle konuşuyor gibiydi.
"Ege, ne oldu? Anlatır mısın, lütfen?" dedi Efe öfkeyi bırakıp endişeli bir sesle. Dostunu ilk defa bu kadar çaresiz görüyordu. Ege kafasını iki yana salladı. Anlatmak tabii ki de iyi gelecekti ama her ne kadar bunu yapmayı çok istese de bu anlatabileceği bir şey değildi. Efe'ye ne söyleyebilirdi ki? Sadist zevklerini tatmin ederken çocukluk hatıralarını tetiklediğini mi söyleyecekti? Efe o sırada Ege'nin suratını inceliyordu. Dostunun anlatmak istediğini biliyordu ama gözlerindeki kararlılıktan anlatmayacağını da biliyordu. Zorlamaya gerek yoktu. Hiç kimse Ege'ye zorla bir şey anlattıramazdı. Pes ederek,
"Özür diledin mi bari?" dedi iç çekip.
"Diledim ama..." diye başladı ama sustu. Efe onun yerine cümlesini tamamladı.
"Kabul etmedi." dedi düşünceli bir sesle. Efe parmaklarını çenesinde gezdirdi.
"Garip! Deniz öyle küs kalabilecek biri değil, çok kötü bir şey yapmış olmalısın." dedi Efe şüpheci gözlerle Ege'yi süzerek. Ege'nin bilmediği şey de buydu. Neden apar topar öylece bir anda gittiğini bilmiyordu. Eren biliyordu sebebini ama ona soramazdı. Fazlasıyla öfkeliydi. Ege bir an düşündükten sonra aklına Deniz'e sormak geldi. Sormakla sormamak arasında kaldı ama merakına yenik düşerek sormaya karar verdi. Ege bunu çıkışta Deniz ile konuşmaya karar vererek işlerine döndü.
        Saat tam altıyı gösterdiğinde Ege son belgeye de imzasını atıp kalemini kapatıp iç cebine koydu. Koltuğun arkasında duran ceketini alıp hızla giydi. Kapıyı açmasıyla Deniz ile karşı karşıya kaldı. Gerçi kadın bunun farkında değildi. Çünkü o Ege'nin bakışlarından habersiz bir şekilde masasında eğilmiş önündeki defterden bilgisayara toplantı notlarını giriyordu. Ege ses çıkarmadan yanına yaklaştı. Koltuklara oturmak yerine masasının etrafından dolaşıp Deniz'in arkasına geçti. Deniz bu hareketlenmeyi fark etmiş olmalı ki kafasını arkasına doğru çevirdi. Ege'yi görünce gözleri bir anlığına büyüdü. Anlaşılan birinin geldiğini fark etmişti ama gelenin Ege olduğunu fark etmemişti.
"Buyurun, Ege Bey, bir sorun mu vardı?" dedi Deniz yüzüne Ege'nin sevmediği bir gülümseme yerleştirirken.
"Deniz, seninle konuşmam gerekiyor. Bu halimiz beni öldürüyor. Böyle olmamız beni mahvediyor. Sorunumuzu çözmek istiyorum. Bu gece benimle yemeğe çıkar mısın?" dedi Ege hızlıca. Ege, Deniz'in gözlerindeki tereddüdü görünce çabucak ekledi.
"Sadece yemek yeyip konuşacağız. Söz veriyorum." dedi yalvaran gözlerle Deniz'e bakarak. Ege hiç kimseye böyle yalvardığını hatırlamıyordu.
"Tamam." dedi Deniz biraz düşündükten sonra. Adamın gözlerindeki yalvarmaya kayıtsız kalamamıştı. Bilgisayarını kapatıp ayağa kalktı. Onun dibinde olduğunu unutan Deni ayağa kalktığında bir anda Ege'yle burun buruna geldi. Ege bir haftadır delicesine özlediği kokuyu içine çekti. Deniz de ondan farksız sayılmazdı. O da derin bir iç çekti. Deniz sonrasında kendisini toplayıp kafasını hızla iki yana salladı ve Ege'nin etkisinden çıktı. Ege onu zorlamak istemiyordu. Bu yüzden onu tavrına boyun eğip yana çekildi. Deniz askıdan montunu ve çantasını aldı ve ikisi sessizce dışarı çıktı.
      Geçen sefer babası aradığında Deniz'in kaçtığı restorana götürdü Ege. Deniz restorandan içeri girince o anı hatırlayarak gülümsedi. Bu bir haftadır Ege'nin gördüğü en gerçeğe yakın gülümsemeydi. İçinde umut kıpırtıları oluşurken bir garson yanlarına geldi. Garson ikiliyi Ege'nin her zaman hazır tuttuğu masasına doğru yönlendirdi. Yerlerine oturup menüde göz gezdirdikten sonra yemeklerini söylediler. Ege şarap listesinde bir göz gezdirdikten sonra gözüne 'Cabernet Sauvignon'u kestirdi. Birkaç dakika sonra aynı garson gelip kadehlerini doldurdu. Deniz'in bir İzmirli olarak şarap konusunda bilgili olduğunu ve bu seçimini beğeneceğini düşünüyordu. Deniz şarabından bir yudum aldı ve hazla gözlerini kapadı. Ege bu görüntü karşısında neredeyse tüm kontrolünü kaybediyordu. Farkında olmadan dudağını yaladığında ise Ege artık sabrının sonuna gelmişti. Dayanamayıp,
"Deniz, lütfen dudağını yalama. Seni bir haftadır görmüyorum ve şu an hiç bana yardımcı olmuyorsun." dedi Ege onu uyararak. Deniz'in yanakları pembeleşirken gülümsemesini parmakları arasına saklamaya çalıştı. Ege sırıtışına hakim olamadı. Deniz gözlerini Ege'nin gözlerine dikti.
"Benimle ne konuşmak istiyordun?" dedi kendini toparlayarak. Bir anda ciddiyet maskesini takmıştı yüzüne.
"Deniz ben seni özlüyorum. Hem de çok... Uyuyamıyorum, yiyemiyorum ve düşünemiyorum. Bir haftadır karanlıktayım, hayatımın ışığı söndü. Bana ışığı söndürdüğümü söyledin ama aslında tüm bunlara neyin sebep olduğunu bile bilmiyorum." dedi Ege hızlı bir şekilde cümlelerini sıralayarak. Deniz, Ege'nin bu ani dürüstlüğü karşısında şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Derin bir nefes aldı Deniz.
"Annem yanarak öldü." dedi bir anda. Ege az daha içtiği şarabı püskürtecekti. Bir süre öksürerek kendini toparlamaya çalıştı. Mendille ağzını kurularken,
"Ne?" dedi hala üstünden atamadığı şaşkınlıkla. Beklediği kesinlikle böyle bir şey değildi.
"On dört yaşındaydım. Bir gece bir anda annemin çığlığı ile uyandım. Yukarı fırladığımda annemin odası kapalıydı ve odanın kenarlarından duman sızıyordu. Babam görevdeydi. Evde üç kişiydik. Annem, ben ve Mavi... Kalktığım gibi annemin yanına koştum. Annem bana kapıyı açmadı. Mavi'yi dışarı çıkartıp itfaiyeyi aramamı söyledi. Dediklerini yaptıktan sonra dumana rağmen yanına koştum yine. Son nefesine kadar orada kaldım. İtfaiye geldiğinde çok geçti. Kapıyı kırıp açtıklarında annemi yanmış kapıya yaslanmış halde buldular. Girmeyeyim diye kapıya dayanmış." dedi acıyla fısıldayarak. Aklı oradaymış gibi gözlerini boşluğa dikmişti. Ege o gece olanların tekrarlanabileceği korkusuyla Deniz'in koluna uzanıp onu sarstı. Ege'nin sarsmasıyla Deniz kafasını sallayarak şimdiki zamana döndü. Gözünden akan bir damla yaşı Ege parmağıyla uzanıp yakaladı. Parmaklarını yüzünden ayırmadan yanağına indirdi ve ılık tenini hafifçe okşadı. Deniz bir iç çekip gözlerini kapadı ve yüzünü Ege'nin eline yasladı.
"Ben çok üzgünüm Deniz. Böyle bir şeyi bilseydim asla sana böyle bir şeyi yapmazdım. Yemin ederim ki..." dedi Ege pişmanlıkla. Deniz onun sözünü kesip,
"Sana inanıyorum. Sadist olabilirsin ama bunu bile bile yapmazdın." dedi Deniz cılız bir gülümsemeyle.
"Bana dönecek misin Deniz?" dedi Ege hissettiği küçük bir parça umutla.
"Ben..." dedi Deniz tereddütle. Ege'ye dönmeyi çok istiyordu ama boğazındaki yumru cevap vermesine engeldi.
"İkinci bir şansı hak etmiyorum biliyorum ama yine de bana ikinci bir şans veremez misin?" dedi Ege üzgün bir ses tonuyla. Deniz tereddütle baktı adamın yüzüne. Dirseğini masaya dayadı, kafasını ise eline. Gözlerini kapatıp bir süre düşüncelere daldı. Gözlerini açmadan,
"Senden uzak kalabileceğimi sanmıyorum. Bir hafta çok zor geçti. Sensizlik çok zordu. Bir daha bana planlarını anlatacağına söz verirsen, sana dönerim." dedi düz bir sesle. Ege içine dolan neşeyle birlikte mutlulukla bir kahkaha attı.
"Söz veriyorum, Deniz. Sana bundan sonra çok acılı cezalar verebileceğimi sanmıyorum." dedi mutlulukla. Deniz bir kahkaha attı. Sonunda bu güzel melodik sesi duyabildiği için utanmasa ağlayabilirdi genç adam.
"Pazar günü defilede giyeceğim elbiseyi daha görmedin. O yüzden tutamayacağın sözler verme." dedi Deniz alaycı bir sesle. Ege rahatlama ile bir kahkaha daha attı.
"Ukala Deniz'i özlemişim." dedi özlem dolu bir sesle. Onun sesindeki özlemi duyan Deniz gülümsedi.
"Sadece Ukala Deniz'i mi?" dedi kurnaz bir gülüşle. Ege'nin yüzüne çapkın bir sırıtış yerleşti.
"Sanırım artık kalsak iyi olacak." dedi Ege kafasını yana eğip bakışlarını Deniz'in üstünde gezdirerek. Gözlerini Deniz'den ayırmadan garsona doğru elini kaldırıp hesabı istedi.
       Arabayı evin önüne çektiğinde ikisi de heyecanla soluk alıyordu. Ege hızla arabadan inip Deniz'in tarafına geçti. Deniz'in arabadan inmesiyle genç kadını kucağına alıp dudaklarına yapıştı. Kapıya doğru kucağında Deniz'le gitti. Ceplerini yoklayarak anahtarı buldu. Anahtar deliğini bulmak için dudaklarını kısa bir süreliğine ayırdığında Deniz'den bir itiraz homurtusu yükseldi. Ama bu kısa sürdü. Ege hemen dudaklarına kapanıp Deniz'i susturdu. Evden içeriye tökezleyerek girdiklerinde ne Ege onu bırakmıştı ne de Deniz beline bağlı bacaklarını çözmüştü. Yukarı yatak odasına çıkamayacaklarının bilincinde olan Ege adımlarının yönünü merdivenlerin tersi yöne çevirdi. Anlık bir dürtüyle Deniz'i banyoya götürdü. Deniz'i duşun önünde indirdi. Çaprazlama astığı çantasını ve kendi telefonunu salona fırlatıp Deniz'in yanındaki yerini aldı. Duşu açıp ayakkabılarını fırlattı. Kıyafetleriyle suyun altına girdi ve hemen dudakları Deniz'in dudaklarını buldu. Deniz ise gülerek dudaklarını ayırdı.
"Delisin sen!" dedi kahkahalar atarak.
"Sadece sana!" dedi Ege derin bir nefes alarak. Elleri Deniz'in elbisesinin fermuarına gitti. Fermuarını indirdi. Elbise düştüğünde vişne çürüğü iç çamaşırı takımı Ege'nin arzuyla bir iç geçirmesine neden oldu.
"Ah, Deniz! Beni çıldırtıyorsun. Bunları giydiğini bilseydim. Bugün ofise girdiğin gibi masaya yatırırdım seni." dedi arzuyla onu süzerken. Gömleğini ve pantolonunu parçalarcasına çıkarıp bir kenara fırlattım Kendi ve Deniz'in iç çamaşırını da çıkarttıktan sonra,
"Dayanamıyorum, Deniz." dedi Ege dudaklarındaki dudaklarını Deniz'in göğsüne indirerek.
"Ben de! Lütfen, hızlı ol! Burada eriyorum!" dedi Deniz tutku dolu bir sesle. Ege kısa bir anlığına Deniz'den ayrıldı ve yere attığı ıslak pantolonunun cebine elini soktu. Prezervatifi çıkarttı. Prezervatifin kağıdını yırtıp hızla aletine geçirdi. Ardından Deniz'i kollarına aldı. Bir ayağını kaldırıp sırtını soğuk fayansa dayadıktan sonra hızla içine girdi. Deniz kafasını hazla arkaya soğuk fayansa yasladı. Kolları Ege'nin boynuna dolanıp ensesindeki saç tutamlarını çekiştirmeye başladı. İkisi de birbirlerinde kayboldukları bu zamanları özlemişlerdi.
"Bunu seviyorum, sana herkesten yakın olmayı. Biliyorum ki kimse sana benden yakın olmadı." dedi Ege genç kadının kulağına fısıldayarak. Deniz başını Ege'nin omzuna gömüp inledi. Tırnakları acımasızca genç adamın sırtında izler bırakarak geziyor oluşu genç adama vahşi bir zevk veriyordu. Ege'nin hareketleri hızlandı ve daha sert girmeye başladı. İkili zirveye aynı anda ulaştılar. Ayakları bu tutku fırtınasına daha fazla dayanamayınca duş zeminine çöktüler. Deniz başını Ege'nin göğsüne yasladı. Su üstlerinde çağlamaya devam ederken bir süre orada kalıp nefeslerinin düzene girmesini beklediler. Sonrasında Ege doğrulup suyu kapattı ve Deniz'i kucağına alarak yatak odalarına götürdü. Yatağa bırakıp öbür yanına geçti ve başını yorgunlukla yastığa bıraktı. Deniz'i göğsüne yaslayıp saçlarının kokusunu içine çekerek,
"En çok da bunu özlemişim." diye fısıldadı mutlulukla. Deniz cevap vermedi. Ege merakla kafasını eğdiğinde genç kadının çoktan uykuya daldığını gördü. Ege sözlerinin duyulmayacağını bilerek,
"Bir daha sakın beni bırakma. Nefessiz kalırım. Karanlıkta boğulurum. Ölmem de ölüme muhtaç olur, keşke ölsem derim. Deniz, beni bir daha sakın sensiz bırakma." diye kulağına doğru fısıldadı. Ardından o da gözlerini kapattı. Huzurlu ve ışık dolu bir uykuya kendini ve ruhunu teslim etti.
***
Yağmur düşmeye, müzik çalmaya başladığında...
Seni düşünüyorum.
Beni bıraktığın o gece de tıpkı böyle yağmur yağmıştı.
***
Şarkı: Byun Baekhyun_ Like Rain Like Music

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sekreter // 18. Kalbin Gizemli Dünyası

Sekreter // 21. Açık Hayal Kapısı

Çırpınırken // 1.