Sekreter // 37.Kalbe Nakş


   Deniz uyandıktan üç gün sonra bin bir zorlukla ve dil dökmeyle Ege’yi  üstünü değiştirip duş alması ve tıraş olması için eve gönderebildi. Genç adam onu bırakmayı istememişti bir türlü. Sonunda Deniz onu göndermeyi başardığında genç adam hemen dönecek olma sözü ile gitti. Deniz onun arkasından kendini tutamayıp güldü. O gittikten yarım saat sonra Deniz kararından biraz pişman olmuştu bile. Yalnız başına yatakta sıkıntıdan patlarken camdan bir tıkırtı geldi. Kafasını oraya çevirince Umut’u gördü ve istemeden anıların anlık gözlerinin önünde belirmesiyle ürperdi. Umut onun bu hareketini fark etti ve bir anlığına yüzü mutsuzlukla çarpıldı. Ayağını bir adım geriye attı.

“Belki de gelmemeliydim.” diyerek arkasını döndü.

“Hayır, gitme.” dedi Deniz fısıltıyla. Umut durdu ama yüzünü Deniz’e dönmedi. Deniz derin bir nefes aldı ve devam etti.

“Senden nefret etmiyorum.” dedi ciddi bir sesle. Yüzü bir anda Deniz’e döndü ve Deniz onun yüzündeki duygu karmaşasını gördü. Bir parça mutluluk, bir parça şaşkınlık ve genç kadının anlayamadığı bir parça öfke vardı. Sonunda öfke ağır bastı.

“Nefret etmiyor musun? Farkındasın değil mi Deniz? Ben seni vurdum!” dedi Gölge öfke ve şaşkınlık karışımı bir sesle.

“Bunu biliyorum. Ben de oradaydım sonuçta. Niye bağırıyorsun ki?” dedi Deniz gayet sakin bir sesle. Umut genç kadına sanki çıldırmış gibi bakıp ellerini saçlarına soktu.

“Deli misin sen? Ya da beni delirtmeye mi çalışıyorsun? Bu şekilde mi intikam alıyorsun benden?” dedi Umut gözlerini şüpheyle kısarak.

“Hayır, lütfen buraya gelir misin?” diyerek yatağa vurdu Deniz. Umut’un şüpheci bakışları genç kadının yüzünde gezindi ama ciddi olduğunu anlamış olacak ki bir anlık duraksamadan sonra gelip yatağın ucuna oturdu.

“Yani bana öfkeli değilsin, öyle mi?” dedi tedirgin bir tonlamayla.

“Öfkeli değilim demedim, nefret etmiyorum dedim. Aslına bakarsan gerçekten öfkeliyim. Bunu yapabileceğini, bu kadar ileri gidebileceğini hiç düşünmemiştim. Beni hayal kırıklığına uğrattın. Sana Umut dememi istemiştin ama o gün tam bir Gölge’ydin.” dedi Deniz kırgın bir sesle. Umut derin bir iç çekti.

“Ben çok üzgünüm. Ben... ben ne yapacağımı bilemedim. Seni kıskandım.” dedi az duyulan bir sesle. Ama Deniz duymuştu.

“Kıskandın mı?” dedi Deniz saklayamadığı küçük bir gülümsemeyle. Umut cevap vermeyip sadece başıyla onayladı.

“Ah, Umut ah!” dedi Deniz iç çekerek. Ardından elleriyle yüzünü kapattı ve kafasını iki yana sallayıp güldü.

“Bu komik mi?” dedi Umut sert bir sesle. Deniz kafasıı kaldırdığıda Umut’un kırgın gözlerini üzerinde buldu.

“Hayır, tabii ki de değil. Sadece o kadar inatçısın ki.” dedi Deniz tekrar kafasını iki yana sallayarak.

“Vazgeçmemi mi istiyorsun?” dedi Umut ciddiyetle. Deniz bir an ne diyeceğini bilemedi. Umut’u onun istediği şekilde sevmiyordu ama genç adamın hayatından çıkmasını da istemiyordu. Bu yüzden,

“Hayatımdan çıkmanı istemiyorum.” dedi Deniz bir iç çekişle. Umut’un eli tüy gibi dokunuşlarla genç kadının yüzünde dolandı.

“Sanırım çıkarsam ölürüm.” dedi Umut ciddiyetini koruyarak. Ama dudaklarında hafif de olsa bir gülümseme belirdi.

“Sakın böyle bir şey söyleme. Ölemezsin de gidemezsin de.” dedi Deniz gözleri dolarken. Umut tatlı bir gülümsemeyle Deniz’in yüzüne baktı. Muzip dolu bakışlar saçan gözlerini genç kadına kilitledi.

“O zaman... Vampir olmaya kaldığım yerden devam edeceğim gibi duruyor.” dedi gülerek. Deniz de kendini tutamayarak içten bir kahkaha patlattı.

“Bakma o kocaman eşek gözlerinle bana.” dedi Deniz gülmesini engellemeye çalışarak ama başarısız olarak. Umut da bir kahkaha attı.

“Sana iyi geliyorum, değil mi?” dedi Umut gülümseyerek. İkili sonunda sakinleşmeyi başarmıştı.

“Evet, iyi geliyorsun.” dedi Deniz dürüstçe. Bu doğruydu.

“O zaman neden sana iyi gelmeyenlerle birliktesin?” diye sordu Umut ciddiyetle. Deniz cevap vermedi. Umut bu sessizliğe sinirlenip öfkeyle sözlerine devam etti.

“Senin canını acıtmaktan başka ne yaptı, Deniz? Şu halimi görmüyor musun? Bir canavara dönüştüm Deniz. O piç yüzünden bir canavar oldum. Bana bak ve geleceğini gör. Sen bir meleksin Deniz, sonunda şeytana döneceksin. Yapma, Deniz yapma! Kendine bunu yapma!” dedi Umut cümlelerinin sonuna geldiğinde neredeyse yalvararak. Öfkesi uçmuştu.

“Beni gözünde fazla büyütüyorsun, Umut. Neşeli olabilirim, eğlenceli olabilirim. Hatta konuşkan ve ikna kabiliyeti yüksek de diyebiliriz. Ama pek de iyi bir insan sayılmam, hele melek hiç değilim.” dedi Deniz hüzünlü bir gülümsemeyle.

“Bunu nasıl söylersin? Beni Umut yaptın. Bu bile melek olduğunun kanıtı olmaya yeter.” dedi şiddetle itiraz ederek.

“Sen zaten Umut olmak istiyordun. Ben hiçbir şey yapmadım, Umut. Onca zaman o gereksiz öfkenin içinde boğdun kendini. Zaten içeride boğulan ruhun çıkmak için yer arıyordu. Ben sadece kapıyı çaldım.” dedi Deniz hafifçe gülümseyerek. Umut ağzını açıp tekrar itiraz edecekken Deniz konuşarak onu susturdu.

“Sen, Umut, iyi bir adamsın. Onlar ne yaparsa yapsın kin güdemeyecek kadar merhametli bir insansın. Bu kadar zaman kendine bu gerçeği itiraf edemedin o kadar. Söylesene, gerçekten ellerinle birini öldürdün mü?” dedi Deniz, Umut’un gözlerinin içine bakarak. Umut cevap vermedi ve gözlerini kaçırdı. Deniz’in gülümsemesi büyürken genç kadın bunun bir ‘Hayır’ olduğunu anlamıştı.

“Ben de öyle düşünmüştüm.” dedi Deniz içten bir şekilde gülümseyerek. Umut kafasını kaldırıp Deniz’e baktı. Kendini tutamadı ve küçük bir gülümseme dudaklarına yayıldı. Tam bir şey söyleyecekken mesaj sesi ile yüzünü buruşturup telefonuna baktı.

“Biri mi geliyor?” dedi Deniz gülerek. Umut dudak bükerek kafasını sallayınca daha çok güldü genç kadın. Umut’un cama doğru yürüdüğünü görünce,

“Yine mi atlayacaksın?” dedi Deniz gülümsemesi biraz solarken. Bu sefer gülen Umut oldu.

“Merak etme, yaşadığımı haber veririm. Her seferinde yaptığım gibi..." dedi göz kırparak ve kendini camdan aşağı bıraktı. On saniye sonra yaşadığına dair attığı mesaja Deniz gülerek bakarken içeri Ege girdi. Genç kadının gülen yüzüne bakıp gözlerini kıstı. Ardından çok kısa bir anlığına gözleri açık cama doğru kaydı. Deniz onun bakışlarını takip edip anlık bir şüpheye kapıldı. Ama Ege gülümseyerek,

“Camı sen mi açtın? Ben kapatmıştım giderken, üşüme diye.” dediğinde Deniz rahat bir nefes alıp, kafasını onaylarcasına salladı. Ege, Deniz’in yanına gelip genç kadının saçlarının arasına bir öpücük kondurdu.

“Ben de seni arayacaktım.” dedi Deniz gülümseyerek. Deniz böylelikle cam olayından uzaklaşmaya çalışmıştı. Ege’den Umut’la konuştuğunu sakladığı için kendini huzursuz hissediyordu ama yine de sessiz kalmayı seçti. Hâlâ Ege tarafından gerçeği öğrenmemişti. Bu yüzden ondan öğrenene kadar Umut’u saklayacaktı.

“Yoksa beni mi özledin?” diyerek Deniz’i kendi iç hesaplaşmasından çekip aldı Ege.

“Evet, çok özledim.” dedi Deniz genç adamın gözlerinin içine bakıp gülümseyerek. Bu karşısındaki adamın kendi ruhuyla olan benzerliğinin farkındaydı. Bu durum hem onu tedirgin ediyor hem de mutlu ediyordu. Tedirgin ediyordu çünkü onun gerçekten kim olduğunu öğrenmesinden korkuyordu. Mutlu ediyordu çünkü sonunda ruhunun diğer yarısını, tamamlayıcısını bulmuş gibi hissediyordu. İçinde kaldığı bu ikilem onu tüketiyordu. O bunları düşünürken farkında olmadan yüzü düşmüştü ve Ege de bunu fark etmişti.  

“Niye yüzün düştü?” dedi genç adam kaşlarını çatarak.

“Kimmiş bulunabildi mi?” dedi Deniz konuyu tekrar değiştirerek.

“Hayır, hala aranıyor. Sanırım Eşref Abi ile alakalı bir konu.” dedi Ege kısa bir duraksamanın ardından.

“Nasıl yani? Niye ki?” dedi Deniz anlamayarak.

“Bu eski bir mevzu. Eşref Abi’nin benden istediği bir şeyi yaptım ve sonuçları benim için çok ağırdı.” dedi Ege düz bir sesle. Sonrasında ise devam edecekken bir anda susup kendi içine döndü. Bunu Deniz’e söylemek istemiyordu. Çünkü söylerse, anlatırsa onun da Umut’a söyleyeceğini biliyordu.

“Devam etmeyecek misin?” dedi Deniz ısrarla çünkü içinden bir ses onun Umut’tan bahsettiğini söylüyordu. Cevap vermek yerine yutkunup gözlerini kapadı ve başını iki yana salladı. Deniz ise onun bu hareketleriyle tahmininden daha da emin olmuştu. Ege kesinlikle Umut’tan bahsediyordu. Ege yumduğu gözlerini açıp Deniz’e baktı.

“Ben biraz hava alsam iyi olacak.” dedi dudaklarını ısırarak. Deniz başta üstelemeyi düşünse de bundan vazgeçti. Ege’yi üzmek istemiyordu. Bu yüzden bu konuyu başka zamana ertelemeye karar verip Ege’ye anlayışla gülümsedi ve kafası sallayarak onayladım. Ege de onu küçük ama içten olmayan bir gülümseme atıp kendini dışarı attı. Deniz onun arkasından hüzünle baktı. Nasıl Ege onun içini okuyabiliyorsa o da Ege’nin içini okuyabiliyordu. İkisinin de hâlâ birbirlerinden sakladıkları sırları vardı. Tüm sevgilerine rağmen hâlâ güven sorunu yaşıyorlardı. Deniz kendi okyanusunda boğulurken kapıdan çekingen bir tıkırtı geldi. Ardından kapı açıldı ve içeri Rüzgar girdi. Deniz gördüğü yüz karşısında o kadar şaşkındı ki ona kızamadı hatta kovamadı bile. Öylece genç adamın yüzüne bakakaldı.

“Merhaba.” dedi yumuşak ama tedirgin bir sesle. Rüzgar, Deniz’in tavrından korkuyordu. Deniz ise ne tepki vereceğini bilmiyordu. Çünkü Rüzgar’ın burada olduğunu bile bilmiyordu. Ege hiçbir şey söylememişti.

“Burada olduğunu bilmiyordum.” dedi Deniz sonunda şaşkınlığını biraz olsun atlatıp konuşabildiğinde. Başka ne diyeceğini bilememişti.

“Hep buradaydım. Vurulduğundan beri hiç gitmedim.” dedi Rüzgar iç çekerek.

“Niye içeri gelmedin hiç?” dedi düz bir sesle ama sesine çok az da olsa şüphe de vardı. Rüzgar, Deniz’e kırgın gözlerle baktı.

“Beni görmek istemeyeceğini düşündüm.” dedi başını öne eğerek.

“O zaman niye şimdi geldin?” dedi Deniz kafasını yana eğerek.

“Sanırım içimdeki Deli Rüzgar’ı durduramadım.” dedi kafasını kaldırıp Deniz’e küçük bir gülümseme gönderdi. Deniz bir şey demedi. Rüzgar yaklaşıp yatağın yanındaki koltuğa oturdu. Gözlerini Deniz’in arkasındaki duvardaki bir noktaya odakladı. Derin bir iç çekti.

“O kadar zaman sonra ilk defa nasıl hissettiğini anladım.” dedi ve bir an sustu ama gözlerini genç kadına çevirmedi. Sonra tekrar konuşmaya devam etti.

“Seni onunla görünce... Ah! Ne diyebilirim ki? Canım o kadar acıdı ki! Hala da acıyor. Hayatından çıktığımda bana, başka birine güvenme ve başka birini sevme ihtimalini yok ettiğimi söylemiştin. Ben de bunun rahatlığı vardı bu zamana kadar. Sen ne dersen de, senin hep benim olduğunu düşünmüştüm. Beni bencillikle suçlayabilirsin. Ne düşünmek istersen düşün, ya da neye inanmak istemiyorsan inan, ama senden sonra kalbimde kimse olmadı, Deniz. Parmağımda hala yazılı olan adın senden başka kimsenin olmadığının ve olamayacağının kanıtı. Ama o gece seni onunla görmek beni uçurumdan ittirdi. Gerçek anlamda sensizliği tattım, Deniz. Kendimi o kadar inandırmıştım ki, benden başkasının olmadığına ve asla olmayacağına... olamayacağına...” dedi acı dolu bir sesle. Ardından elleriyle yüzünü kapadı. Deniz onun bu yıkık dökük ifadesi karşısında anlık bir acı duydu. Aynı kendisinin ondan ayrıldığı zaman ki hali gibiydi. Rüzgar ellerini yüzünden çekti ve gözlerini Deniz’e kilitledi.

“Ama artık anlıyorum ki, senin denizinde ‘Rüzgar’a yer yok. İhtiyacın da yok. Artık ‘Rüzgar’sız bir ‘Deniz’ istiyorsun.Bu her ne kadar içimi acıtsa da artık ‘Deniz’imden ayrılma zamanım geldi.” dedi acı bir gülümsemeyle. Deniz cevap vermedi. Kafasını genç adama çevirdiğinde ağladığını fark etti. Onun gözünden aşağı düşen damlaları gözleriyle takip etti. Genç kadın gözlerini yumdu. O kadar zamandan sonra karşısındaki adam canını tekrar aynı şiddetle yakabilmişti. Başarısızca itiraz etmeye çalışıyordu. 'Hayır' diyordu kendine. 'İyileştim ben. İyiyim!' Ama bu sözleri daha düşündüğü andan itibaren yalan olduğunu biliyordu genç kadın. Kendini durdurmaya çalıştı ama maalesef gözleri onu dinlemeyerek, adeta genç kadına ihanet ederek yaşların akmasına izin verdiler. Bir an sonra sıcak güçlü kollar genç kadını sardı. O kadar kötü bir ruh haline girmişti ki, Deniz ona itiraz bile edemedi. Genç adamın kollarında küçük bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağladı. Bir süre sonra titremeleri ve hıçkırıkları yatışınca Rüzgar kollarını çözüp geri çekildi.

“Her zaman Deniz, her zaman sadece seni sevdim. Banu mecbur olduğum biriydi. Babamın beni zorladığı biri. Her gece ona lanet ediyorum. Her sabah uyandığımda şu an burada Deniz olmalıydı diyorum kendime. Parça parçayım Deniz.” dedi genç kadının gözlerinin içine bakarak. Deniz ağzını konuşmak için açtı ama Rüzgar parmak uçlarıyla genç kadının dudaklarını kapatıp onun konuşmasını engelledi. Bu genç adamın yıllar öncesinden edindiği bir alışkanlıktı. Deniz’in tekrar içi sızladı.

“Ne olursun bir şey deme! Şu an söyleyeceğin hiçbir şeyin benim için olumlu olmayacağını biliyorum ve şu an daha fazla acıyı kaldıramam. Sadece üzgünüm, Deniz. Seni yanımda tutamayacak kadar güçsüz olduğum için çok üzgünüm. Hâlâ seni seviyorum ve hep seveceğim. Önceden kafamda sürekli babam olacak o it geberdikten sonra seninle olacağımın hayallerini kurardım. Bu hayaller beni yaşatırdı. Keşke hâla o hayalleri kurabilsem... Ama artık çok geç kaldığımı biliyorum. O hayaller artık sadece hayal...” dedi hüzün dolu bir iç çekişle. Ardından Deniz’in konuşmasına fırsat vermeden hızla oturduğu yerden kalkıp dışarı fırladı. Deniz arkasından sadece,

“Rüzgar...” diyebilmişti. Ama genç adam bunu duymuş olsa bile geri dönmedi. Deniz beyni ve kalbinin aynı anda acı çekmesinden dolayı nefessiz kalmış gibi hissediyordu. Duyduklarına kızsa mı, şaşırsa mı, üzülse mi bilemiyordu. İçindeki oksijensizliği ortadan kaldırmak ister gibi derin bir nefes aldı.

“Sanırım hiç bu kadar allak bullak olmamıştım. Ne düşüneceğimi bile bilmiyorum. Hem zaten niye uyandım ki? Harikalar Diyarı’mda kalmam çok daha sağlıklı ve acısız olurdu!” dedi genç kadına kendi kendine konuşup kızarak. Kendi yatağına bıraktı. Öfkeli soluyuşları hemşirenin içeri girip ağrı kesici ve sakinleştirici karıştırılmış iğneyi serumuna karıştırana kadar sürdü.

Şarkı: Eli Türkoğlu&Tuğçe Kandemir_ Bu Benim Öyküm 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sekreter // 18. Kalbin Gizemli Dünyası

Sekreter // 21. Açık Hayal Kapısı

Çırpınırken // 1.