Sekreter // 36.Beklenen Ruh


   Genç adam hüzünle baktı yatakta yatan genç kadına. Titrek bir nefes çekti içine. Kendinden bile daha çok sevdiği kadın şu an hareketsiz bir biçimde yatıyordu. Beyni hala onun karşısında böyle hareketsiz yatışını kavrayabilmiş değildi. Hâlâ yaşadığını vurgulayan tek şey, solunda kalan mekanik cihazdan genç kadının kalbiyle orantılı olarak çıkan bip sesiydi. Bunun sebebi ise kendisiydi. Biliyordu genç adam. Aslında Deniz’in sırtından çıkan kurşunun aslında kendisine saplanmak için ateşlendiğini biliyordu. Kendisinin suçuydu genç kadının şimdi böyle solgun bir şekilde yatıyor olması. O an neler olduğunu anlayamamıştı. Aslında her şey çok hızlı olmuştu. Ege, Rüzgar’la tartışırken Deniz bir anda ona doğru koşup sarılmıştı. Ege onun bunu ikisinin tartışmasını bitirmek için yaptığını sanmıştı. Yanıldığını ise geceye yaıyılan tek el silah sesi kanıtlamıştı. Ege ne olduğunu kavramaya çalışarak saçmalarken Deniz çoktan kanlar içinde kollarına yığılmıştı bile. Ege o anın şokuyla neler olduğunu anlyamamıştı ama şimdi anlıyordu. O kurşunu kimin yolladığını biliyordu. Ama kızamıyordu. Çünkü o kurşunun silaha konulmasının sebebi de kendisiydi. Kendisinden başka kızacak kimse yoktu ortada. Daldığı karanlık düşüncelerden kapının açılmasıyla uyandı. Giren Deniz’in doktoruydu. Ege bu adamı Deniz’in ameliyatından beri ilk defa görüyordu. Hızla oturduğu koltuktan kalktı.

“Günaydın, Ege Bey.” dedi nazik bir sesle. Ege onu duymazdan geldi.

“Durumu nasıl?” dedi hızlı hızlı.

“Şu an için stabil.” dedi adam ifadesini bozmadan.

“Stabil olduğunu ben de görebiliyorum.” dedi Ege öfkelenerek.

“Sakinliğinizi koruyun, lütfen.” dedi Doktor kaşlarını çatarak.

“Öyleyse siz de bilmediğim bir şey söyleyin. İyi ya da kötü onun durumunu bilmek istiyorum.” dedi Ege sinirlerine hakim olmaya çalışarak.

“Madem öyle, size karşı dürüst ve açık sözlü olacağım. Hanımefendi kritik bir bölgeden yara almış. Kurşunu çıkardık ama doku hasarı ile karşılaştık. Şu an hayati tehlikesini hâlâ daha sürdürüyor. En kısa sürede bilincinin yerine gelmesi lazım. Yoksa tam bir bitkisel hayata geçiş riski var. Ama iyi tarafından bakarsak bedeninin çok güçlü olduğunu söyleyebilirim. Yani uyanmasını daha yüksek ihtimal olarak görüyorum.” dedi doktor ciddi bir ifadeyle. Ege kalktığı koltuğa aldığı bilgilerin ağırlığıyla çöktü. Doktor gerekli muayeneleri yaparken Ege boş odağını kaybetmiş gözlerle izledi doktoru. Bir süre sonra bir şeyler söyledi. Ama Ege onu duymuyordu. Doktor da bunun farkındaydı. Bu yüzden üstelemeyip dışarı çıktı. Dışarıda onu bekleyen küçük çaplı bir kalabalık vardı.

“Durumu nasıl?” diye atıldı hep bir ağızdan. Doktor bu ani atakla bir adım geriye gitti. Sonrasında ise kendini toplayıp Ege’ye söylediklerinin hepsini aktardı. Ardından izin isteyerek yanlarından ayrıldı.

“İyi olacak.” dedi Mavi gözlerini yerde bir noktaya odaklayarak. Diğerlerinden çok kendini inandırmaya çalışıyor gibiydi. Eren onu sıkıca tutup kendine çekti.

“İyi olacak.” dedi yumuşak bir sesle.

“Bunları Ege de duymuş olmalı.” dedi ardından diğerlerine dönüp.

“Sesi çıkmıyor.” dedi Mert kollarını göğsünde kavuşturarak.

“Bu onun iyi hali. Şu an bir nevi şokta ve iyi tarafına tutunuyor. Eğer Deniz’e bir şey olursa...” diye başladı Efe ama Mert hemen onun sözünü kesti.

“Böyle bir ihtimali sakın aklına getirme.” dedi öfkeyle. Her ne kadar hepsi Mert’le aynı duygular içinde olsam da Efe’nin haklı olduğunu biliyorlardı. Deniz’in uyanmama ihtimali tüm gerçekliği ve korkunçluğu ile önlerinde duruyordu.

“Ege çok üzgün ve de öfkeli... Karanlık melankolik ruhu onu içten içe kemiriyor. Kendini güvende hissetmiyor ve bu konuda ne yapabileceği hakkında bir fikri yok. İçindeki şeytanların onun kontrol etmesinden korkuyor, çünkü sonunda onları kontrol etmeyi başarmıştı. Deniz varken bu kolaydı ama şu an Ege kayboldu. Yalnız kaldı. Bir boşluğa düştü. Deniz, Ege’nin kısa sürede her şeyi oldu. Ege’yi bu zamana kadar hiç böyle görmemiştim. Normalde hep sert ve buz kalıbı içindedir. Ama Deniz geldiğinden beri Ege çok farklı biri oldu. Gülmeye başladı. Deniz onun kalbini çalıştırdı.” dedi Efe derin bir iç çekiş eşliğinde. Hepsi bu sözlerle sessizliğe büründü. O sırada kapının arkasında onların konuşmalarını kelimesi kelimesine duymuş bir Ege vardı. Genç adam gözlerinden yaşlar akarken kapıdan kayıp yere oturdu. Hayatında ilk defa ağlıyordu. Efe’nin dediklerinin doğruluğuyla fazlaca sarsılmıştı. Genç adam Deniz’den önce öyle ya da böyle yaşıyordu ama onunla tanıştıktan sonra onsuz kalırsa yaşayamayacağını, nefes alamayacağını ve eskisi gibi olamayacağını biliyordu. Ayağa kalkıp kapıdan uzaklaştı ve tekrar Deniz’in yanına gitti.  Genç kadının elini tutup,

“Deniz...” diye acıyla fısıldadı. Ardından elini uzatıp genç kadını solgun yanağını okşadı.

“Seni seviyorum. Lütfen bana geri dön. Beni bırakma.” dedi adeta yalvararak. Uzanıp alnına bir öpücük kondurdu.

“Sadece bir şey söyle. Ne olursa olsun fark etmez. Çünkü şu an söyleyeceğin ne olursa olsun hiçbir şey şu anki sessizliğin kadar canımı acıtamaz.” dedi acı dolu bir iç çekişle. Ama genç kadından bir tepki gelmedi. Ege kafasını yatağa uzattı ve neredeyse üç gündür uykusuz olmanın ağırlığına yenik düşerek uykuya daldı.

   Genç adam duyduğu seslerle hafifçe yerinden sıçradı ama uykusundan tam ayılamadığı için duruşunu bozmadı. Tam tekrar uykuya dalmak üzereyken duyduğu tanıdık erkek sesiyle gözlerini kocaman açtı ama yatmaya devam etti. Çünkü adamın gitmesinden korkmuştu. Bu yüzden kıpırdamadan eski dostunun oldukça üzgün ve boğuk bir ses tonuyla olan konuşmasını dinlemeyle başladı.

“Beni lütfen affet, Deniz. Ben seni vurmak istemedim, hedefim Ege’ydi. Bunu sen de biliyorsun. Niye bile bile kendini attın ki? Niye yaptın bunu? Neden onların yanında olmak zorundasın? Neden her hareketimde seni üzmek zorundayım? Seni çok  seviyorum ama neden hep canını acıtıyorum?” dedi Umut yıkılmış bir ruh haliyle. Duyduklarıyla birlikte Ege’nin vücudu şokla kaskatı kesildi. Umut, Deniz’i sevdiğini itiraf etmişti önünde. Kanı donmuştu. Bir zamanlar en iyi dostu olan bu adam onu derin bir vicdan azabına doğru sürüklüyordu. Eğer yıllar önce o gece yaşanmamış olsaydı belki de Umut daha güzel bir hayata sahip olacaktı ve üzülmeyecekti. Böyle yıkılmayacaktı. Ege kendini suçluyordu. Umut için de, Deniz için de...

“Ben çok üzgünüm. Sonunda vazgeçecektim Deniz. Gölge olmaktan, intikam almaktan vazgeçecektim. Ama seni onunla gördüm. Kıskandım Deniz, saçma bir şekilde kıskandım. Halbuki kalp senin kalbin istediğine verirsin, istediğine kırdırırsın. Ama ben onu bana vermeni istedim. Beni sevmeni istedim. Bana gülmeni, bana kızmanı, bana bakmanı istedim. Ama bunun yerine saçma bir kıskançlığın verdiği öfkeyle kalktı ve senin canını yaktım. Yine...” dedi Umut, Ege’yi içinde kaybolduğu geçmiş hesaplarından uyandırarak. Ardından bir hıçkırık sesi geldi. Ege bir anlığına Deniz uyandı sandı ama sonrasında aslında bu sesin Umut’tan geldiğini fark etti.

“Lütfen, iyileş. Onları affedeceğim. Bu sefer senin sözünü dinleyeceğim ve bu aptal intikam oyununa bir son vereceğim. Söz bundan sonra hep Umut olacağım. Sana zarar gelmesine izin vermeyeceğim. Yeter ki uyan! İstersen benimle bir daha konuşma, benden nefret et ama uyan. Uyan...” dedi üzgün ve titrek bir sesle. Ardından genç adam eğilip Deniz’i alnından öptü. Ardından hastane camının önüne gidip kendini aşağı bıraktı. Ege onun kendini aşağı bırakmasıyla birlikte bir an korkuyla ayağa fırlasa da, masanın üstündeki Deniz’in telefonu titreşmesiyle duraksadı. Telefonu eline alınca bir mesaj geldiğini gördü. Mesaj, Umut’tandı.

Gönderen: Gölge/Umut
Yaşıyorum... Yine...

Ege telefonu masanın üzerine geri bıraktı. Deniz’in kendisinden sakladığı sır buydu, Umut’la konuşuyor olduğu. Ege onun Umut’la konuşuyor olmasından çok Umut’u intikam isteğinden vazgeçirmiş olmasına şaşırmıştı. Umut resmen onları affedeceğini söylemişti. Bu Ege’yi çok mutlu etmişti. Dostunun kendisini affedebileceği düşüncesi bile uzun zamandır kalbinde taşıdığım vicdan yükünü hafifletmeye yetiyordu. Ama bir yandan da endişe içini kemiriyordu. Çünkü, Umut Deniz’e aşık olmuştu. Ve eğer Umut eskisi gibi Umut olacaksa Deniz’in kendisini sevmeye devam edeceğine pek ihtimal vermiyordu. Çünkü, Umut tam da Deniz’in parlak ruhuna uyacak şekilde ışıltılıydı. Ege’nin sahip olduğu karanlık ruhunun aksine Umut güneş gibiydi. Ellerinin saçlarının arasına daldırdı ve kahverengi telleri insafsızca çekiştirdi. Deniz’in ışığının yokluğunda içindeki şeytanların harekete geçtiğini hissedebiliyordu. Bu ışıksızlığın onlara verdiği özgüvenle acımasızca genç adamın ruhunu emiyorlardı. Genç adam tekrar o karanlığa dönmek istemiyordu. Deniz’i bırakmak istemiyordu. Deniz’siz kalmak istemiyordu. Kafası tekrar Deniz’in yatağına yorgunlukla düşerken aklından geçen son düşünce her zamanki gibi Deniz’i her şeyden çok sevdiğiydi.

   Ege huzursuz uykusundan saçına sürtünen bir elin narin temasıyla uyandı. Ege için o an uyku daha tatlıydı. Bu yüzden uyku mahmuru homurdanarak uyanmayı reddetti. Ama tanıdık melodik sesli bir gülüşün kulağında çınlamasıyla kafasını hızla kaldırdı. Deniz karşısında yorgun bir şekilde gülümsüyordu. Yorgun bir şekilde de olsa gülümseyerek Ege’ye bakıyordu.

“Uykunun ağır olduğunu bilmezdim.” dedi gülümseyerek. Ege şaşkın ifadesini yüzünden nasıl kazıyacağını bilmiyordu. Yüzünde allak bullak bir ifadeyle Deniz’e bakıyordu. Konuşma yetisini kaybetmiş bir salak gibi bakıyordu sadece.

“Ege bu sen misin? Yoksa buraya cansız mankenini koyup gidecek kadar öküz olabilir misin?” dedi Deniz alaycı bir şekilde gülerek. Sonunda Ege biraz olsun kendine gelebildi ve gülmeye başladı. Ege rahatlamayla Deniz’in yüzünü kavrayıp dudaklarından öptü.

“Ah Tanrım! Deniz! Pazardan beri bin defa öldüm.” dedi Ege alnını Deniz’in alnına yaslarken fısıltıyla.

“Bugün günlerden ne ki?” dedi Deniz kaşlarını çatarak.

“Perşembe.” dedi Ege iç çekerek.

“Ne?” Dört gündür öylece yatıyor muyum yani?” dedi Deniz şaşkınlıkla gözlerini kocaman açarak.

“Evet.” dedi Ege başını yana eğip gülümseyerek. Şaşkınlıkla bakma sırası Deniz’deydi. O şoku atlatırken Ege hemşireyi çağırma butonuna bastı. Birkaç dakika içerisinde içeriye güler yüzlü bir hemşire girdi.

“Deniz Hanım, aramıza hoş geldiniz! Birçok kişiyi korkuttunuz. Peki söyleyin bakalım, nasıl hissediyorsunuz?” dedi nazik bir şekilde gülümseyerek. Ardından Deniz’in yanına gidip değerlerini kontrol etti.

“Sanırım iyiyim. Sırtım baya bir acıyor. Vücudum halsiz ve ağrılı hissettiriyor. Ve dilim damağım kurumuş vaziyetteyim.” dedi Deniz hemşireye gülümseyerek. Ege şaşırsa da belli etmedi. Bu kadar kötü bir durumdayken iyi olduğunu mu düşünüyordu yani? Bu da ne demek oluyordu?

“O zaman doktorunuza haber vereyim. Gelirken sizin için de su getireceğim, merak etmeyin. Doktor kontrollerinden sonra ziyaretçi alımına başlayabiliriz.” dedi kadın dışarı çıkarken.

“Ziyaretçi alımı?” dedi Deniz kaşlarını çatarak.

“Dışarıda senin iyi olduğunu öğrenmek isteyen küçük çaplı endişeli bir kalabalık var, hayatım.” dedi Ege gülerek.

“Hayatım?” dedi Deniz muzip bir sesle. Ege kendini tutamayıp güldü ve tekrar genç kadının yanına oturdu. Ege uzanıp genç kadının dudaklarına kısa bir öpücük kondurdu.

“Hayatım...” dedi ardından hissettiği tüm duyguları sesine yansıtmaya çalışarak. Ege kolunu kaldırıp dört günlük sakalını okşadı.

“Tıraş olmalısın, hayatım.” dedi Deniz alaycı bir şekilde gülümseyerek.

“Yoksa kıllıyım diye beni sevmekten vaz mı geçeceksin?” dedi Ege de onun alayına ortak olarak. Ama içinde birazcık da olsa şüphe vardı.

“Hayır, tam tersine. Şu an sakallarına dokunmak istiyorum. Hormonlarıma hiç iyi gelmiyor şu anki duruşun. Bir de bunun üstüne sana dokunamadığım için sinirlerim tamamıyla bozuluyor." dedi Deniz dudaklarını bükerek. Ege, Deniz’in tatlı ve seksi duruşu karşısında onun üstüne atlamamak kendini zor tutuyordu. Tam Ege onu tekrar öpecekken kapı açıldı. Doktor içeri girdi.

“Demek ki aramıza dönmeye karar verdiniz, Deniz Hanım.” dedi kafasını dosyalarına eğmiş bir şekilde. Kafasını kaldırıp da ikiliye baktıklarında onları neredeyse öpüşecekken yakalamıştı. İkisi de geri çekilirken doktor sırıttı.

“Biraz daha sabretmeniz gerekecek.” dedi imalı bir sesle.

“Yeterince sabrettiğimizi düşünüyorum, Doktor Bey.” dedi Ege gülerek.

“Ege!” dedi Deniz tıslayarak. Ege ona bakıp güldü.

“Ne var? Doktorumuza yalan mı söyleyelim Deniz?” dedi Ege emeursamazca omuz silkerek.

“Beynini biraz daha üst seviyelere çıkartsan diyorum. Şu an kritik nokta altında duruyor bence.” dedi Deniz kızarmış yanaklarıyla. Doktor ikisinin bu oyuncu tavırlarına gülerek Deniz’e yaklaştı ve genç kadını muayene etmeye başladı. Ege kahkahalarına engel olamıyordu. Deniz muayene boyunca sesini çıkartmadı sadece arada bir yüzünü buruşturdu o kadar. Doktor muayenesini bitirince kaşlarını çatarak Deniz’e baktı. Doktorun şüpheci bakışları Ege’yi tedirgin etmişti. Neler olduğunu anlamamıştı.

“Gerçekten canın sadece bu kadar mı yanıyor?” dedi doktor şüpheci bir şekilde gözlerini kısarak.

“Acı eşiğim yüksek diyelim.” dedi Deniz gülümseyerek. Doktor düşünceli bir şekilde çenesini sıvazladı.

“Eminim öyledir.” dedi hâlâ şüphe taşıyan bir sesle. Ardından Ege’ye döndü.

“Ziyaretçiler gelebilir ama on beş dakikadan fazla kalmasınlar. Hanımefendinin dinlenmesi lazım.” dedi ardından Deniz’i bir kez daha şüpheyle süzüp dışarı çıktı. Dışarıdaki küçük çaplı kalabalık açık kapıdan içeri girerken Ege, Deniz’e dönüp,

“Bu da neydi şimdi?” dedi merakla doktorun tavrını kastederek. Ama Deniz onu duymazlıktan gelip gülen gözlerle odaya girenlere baktı. Ege’nin içini hafiften bir şüphe kemirmeye başladı. Genç adam kesinlikle emindi ki, Deniz’in kendisinden sakladığı tek sır Umut değildi.

Şarkı: Menew_ Don't Give Up On Us Now

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sekreter // 18. Kalbin Gizemli Dünyası

Sekreter // 21. Açık Hayal Kapısı

Çırpınırken // 1.