Sekreter // 41. Aşk Türbülansı


     Havalimanında yoğunluk her hafta sonu olduğu gibi yine had safhadaydı. Deniz elindeki valizi sürüklerken kimseye çarpmadan ilerlemeye çalışıyordu. Hızla kontuara gidip bilet kontrolü yaptırdı ve valizini teslim etti. Güvenlik ve pasaport kontrolünü de atlattıktan sonra bekleme salonuna ilerledi. Büyük ihtimalle Eren Efe ve Ege çoktan gelmişti çünkü uçaklarının saatine az bir zaman kalmıştı. Aslında Deniz çok daha erken gelmeyi planlıyordu ama Mavi’nin genç kadının valizini ısrarla seksi iç çamaşırı ve geceliklerle doldurması sorununu çözmek için uğraşırken planı suya düşmüştü. Sonuç olarak genç kadın istemeyerek de olsa geç kalmıştı. Bekleme salonunda ilerlerken geç kalmasının cezasını şirinliğiyle kurtarabileceğini umuyordu. Topuklularla koştururken ilerde sıkılganlıkla VIP kısmında pinekleyen patronlarını gördü. Bir anlığına durup gülümseyerek onları izledi. Kısa sürede üçü de genç kadının dostları olmuşlardı. Genç kadına güvenmişler, birbirlerinden bile sakladıkları sırları ona anlatmışlardı. Genç kadın için herbiri çok değerliydi. Ama yine de genç kadında kendisinin sırlarını açacak cesaret yoktu. Korkuyordu bu şirin güzel neşe dolu kız maskesini kaybetmekten. Ya gerçek onu gördüklerinde onu artık sevmezlerse diye korkuyordu. Deniz kendini karanlık dipsiz kuyusunda boğarken farkında olmadan onların yanına ulaşmıştı bile. Oflayarak,

“Çok özür dilerim. Biliyorum geç kaldım. Mavi’nin valiz hazırlama işkencesinden anca kurtulabildim.” dedi Deniz hızlıca. Üçü de boş bulunarak oldukları yerlerinde sıçradılar. Eren ayağa fırlayıp,

“Ağaç olduk burada! Neredesin sen?” dedi sinirle. Deniz gözlerini şaşkınlıkla kırpıştırarak genç adamın yüzüne baktı.

“Özür diledim.” dedi Deniz endişeyle dudaklarını kemirerek. Ege sakince kalkıp Deniz’in yanına geldi ve dudaklarını dişlerinin işkencesinden kurtardı.

“Sen bakma o huysuza. Sadece benim gibi sevgilisini getiremediği için beni kıskanıyor o kadar.” dedi alayla. Deniz kaşlarını çattı. Mavi, Eren’in bu teklifi yaptığından bile bahsetmemişti. Ayrıca sabah kendisiyle tartışırken de gayet normaldi. Mavi’nin neden böyle davrandığını düşündü.

“Mavi finalleri yüzünden gelemedi.” dedi Deniz asıl düşüncelerini saklayarak. Eren cevap vermedi. Kafasını çevirip kalktığı rahat koltuğa geri oturdu. Deniz bu sefer gözlerini Efe’ye çevirdi ama onun da Eren’den farkı yoktu. Anlaşılan o da Mert’ten olumsuz bir yanıt almıştı. Deniz buna şaşırmıştı çünkü Mert hiçbir moda haftasını kaçırmamıştı bugüne kadar. İkilinin arasının iyi olup olmadığını merak etti.

“Bekletiyor ama!” dedi Efe öfkeli bir sesle Deniz’in tespitinin doğruluğunu göstererek. Her ne kadar Ege genç kadının kolunu okşayarak onu rahatlatsa ya da genç kadın aslında onların neden böyle davrandıklarını bilse de alınma duygusunun kendisini ele geçirmesine engel olamadı. Dudakları titredi ve daha engel olamadan gözleri doldu. Birkaç güne regl olacağını hatırladı ve bu melankolik halini ona bağladı. Genç kadın hızla başını eğip gözlerini parmaklarına dikti. Böylesine önemsiz bir konuda böyle alıngan ve ters davranıyorlarsa gerçek Deniz’i tanıdıklarında nasıl bir tepki verirlerdi, genç kadın düşünmek bile istemiyordu. Ne olursa olsun, gerçek kimliğini öğrenmemelerini sağlamalıydı. Ege genç kadının kafasını kaldırması için parmak uçlarıyla çenesini tuttu ama Deniz yüzünü çevirerek genç adamın parmaklarından kurtuldu. Derin bir nefes alıp yaşları geri gönderdi ve gerçekçi bir gülümseye en yakın olan ifadesini yapıştırdığı yüzünü kaldırdı. Eren ve Efe’nin yüzündeki gereksiz sinir erirken Ege bir şey demek için ağzını açtı ama o anda uçuşları anons edildi. Deniz de bu sayede onların başarısız yüz ifadesi hakkındaki yorumlarından kurtulmuş oldu. Neredeyse koşturarak alım yerine doğru ilerledi. Görevli biletini kontrol ettikten sonra gülümseyerek eliyle geçmesini işaret etti. Deniz ona zoraki bir gülümseme gönderdikten sonra hızla ilerledi ve uçağın körüğünü hızla geçti. Hostes biletine bakıp gülümseyerek ‘Business Class’ tarafını gösterdi. Deniz ona da zoraki bir gülümseme gönderip teşekkür etti ve gösterilen yere ilerledi. Business’ta duran ikinci hostes de gülümseyerek ona yerini gösterdi. Ona da aynı şekilde gülümseyip teşekkür etti. Genç kadın şaşkın bir şekilde yüzüne baktı. Deniz onun ilk defa böyle kibarlıkla karşılandığını anladı. Ona karşı oluşan ani sempatisiyle,

“Ben buraların yabancısıyım.” dedi daha içten bir gülümsemeyle. Kız kendini tutamayıp kıkırdadı. Deniz de güldü. Deniz ona göz kırpıp yerine geçti. Oturduğu gibi topukluları ayağından fırlatıp büyük çantasını açtı ve içinden çok sevdiği deniz ve gök mavisi yastığını çıkartıp başının altına koydu ve koltuğun yanındaki polar küçük battaniyeyi üstüne çekti ve kendi kendine,

“Uyu Deniz uyu.” diye mırıldandı. Gözlerini yumdu ve içinden küçükken annesinin kendisine uyumadan önce mırıldandığı ninniyi söylemeye ve kendi kendine hafifçe sallanmaya başladı.

“Hu, hu, hu derviş / Derviş bir dergâh açmış
Eteği sırlar saçmış / Ama kimse bilmemiş
Hu, hu, hu derviş / başı göklere ermiş
Sakalı yere değmiş / Dudağı sırlar saçmış
Ama kimse duymamış...” dedi çok hafif kendisinin bile zor duyabildiği bir sesle. Ninninin sonuna geldiğinde yakınlarında duyduğu Ege’nin sesi ile sesini ve sallanmasını kesti.

“Piçlik etmeseniz olmuyor, değil mi?” dedi Ege, Deniz’in yanına otururken.

“Suçlu biz mi olduk şimdi?” dedi Eren itiraz ederek ama Deniz onun sesindeki pişmanlığı duymuştu. Ege dönüp yanında rahatsız bir şekilde yatan Deniz’i dürttü. Deniz  genç adamın kendisini her uyandırmaya çalıştığında yaptığı gibi mırıldandı.

“Git, uyuyacağım ben.” dedi sesine mahmur bir tonlama katarak.

“Deniz, lütfen kalkar mısın?” diyerek uzanıp alnından öptü Ege onu.

“Uçak kalkana kadar uyumayı düşünüyorum. O yüzden rahat bırak beni.” dedi Deniz tonlamasını bozmadan. Ege iç çekerek pes etti.

“O zaman en azından kemerini takmayı dene.” dedi bezgin bir sesle. Deniz içinden kendine bir küfür savurdu. Kemerini takmayı unutmuştu. Tek gözünü açıp çıplak ayağını koltuktan aşağı indirdi ve eliyle kemeri aradı. Bu işlemi yaparken başında durduklarından emin olduğu üçlüye bakmamıştı.

“Sen uykusuz mu kaldın? Gündüz uykusu pek senlik bir şey değil.” dedi Ege düşünceli bir sesle.

“Gece Mavi yüzünden uyuyamadım ki. ‘Abla, mavi elbisenin altına beyaz topukluları giy, yok vazgeçtim lacivertleri giy. Kırmızı ceketini al ama sakın o yeşil elbiseyle giyme. O iç çamaşırları gitmez bu geceliği giy. O ruju bırak bunu al.’ En son saate baktığımda dörttü. Sabah kalktığımda ise onun kendi kafasına göre hazırladığı valizimi tekrar hazırlamakla uğraştım.” dedi hızlıca. Yani Deniz’in uykusu olduğu gerçeği yalan sayılmazdı. Genç kadının gerçekten uykusu vardı. Kemeri taktıktan sonra tekrar bacaklarını kendisine çekti ve başını yastığa koydu. Gözünü kapattı. Aslında uyumayıp ne dediklerini duymak isterdi ama gerçekten de uyudu.

“Gerçekten uyudu mu?” dedi Eren inanamayarak. Ege birkaç kere yanında yatan Deniz’i dürttü ama tepkisizlikle karşılaştı.

“Gerçekten uykusuz kalmış olmalı. Yoksa şimdiye kadar çoktan uyanırdı.” dedi Ege, Eren’e dönerek.

“Ben ona o kadar ani çıkışmamalıydım. Alınacağını düşünmemiştim.” dedi Eren pişmanlık dolu bir sesle.

“Ben de yangına körükle gittim. Çenemi tutamadım.” dedi Efe de Eren’in tıpatıp aynısı bir ses tonuyla.

“Madem pişmansınız. Bunu o uyanınca yüzüne söyleyin.” dedi Ege onları tersleyerek. İkisi de azarlanan çocuklar gibi başlarını önlerine eğip koltuklarına döndüler.
     Bir süre sonra Ege, Deniz’i dürterek öğle yemeği için uyandırdı. Deniz üstündeki ince battaniyeyi indirdi ve kemerini çözdü. Bindiğinde ona yerini gösteren hostes önüne yemeğini bıraktı. Ardından göz kırparak Ege'nin tabağında olmayan büyük bir dilim tiramisuyu daha genç kadına uzattı.

“Hostesin özel ikramı.” dedi içten bir gülümsemeyle. Deniz minnetle tatlıyı kaptı. En çok ihtiyaç duyduğu şeydi.

“Çok teşekkür ederim, bu tatlı özel ikram için.” dedi Deniz de neşeyle gülümseyerek. Ege şaşkın bakışlarını Deniz’e çevirdi.

“Nezaketin zaferi.” dedim Deniz hostes gittikten sonra Ege’ye dönüp omuz silkerek. Sonrasında gözlerini önündeki tabağa çevirdi. O anda da gözlerinden kalpler fışkırmaya başladı. Çünkü önünde makarna ve dürümden oluşan bol kalorili bir tabak vardı. Bunu Ege'nin genç kadın için seçtiği su götürmez bir gerçekti. Makarna ve dürüme olan bağlılığını Ege çok iyi biliyordu.

“Salata söylemediğin için minnettarım.” dedi Deniz, Ege’nin yanağına bir öpücük kondururken.

“Neden iki büklüm yattığını anlamıyorum. Koltuklar yatak olabiliyor.” dedi Ege onu duymazdan gelerek.

“Biliyorum ama böyle yatmak istedim.” dedi Deniz umursamaz bir tavırla omuz silkerek.

“Neden acaba?” dedi Ege gözlerini kısıp şüpheli bir sesle.

“Sebebini biliyorsun. Uzatma işte.” dedi Deniz yemeğine odaklanmaya çalışarak.

“Onların bunları gerçekten söylemek istemediğini biliyorsun, değil mi?” dedi Ege onun konudan kaçmasına izin vermeyerek.

“Biliyorum tabii ki ama...” diye başladı Deniz ama devam edemeyip sustu.

“Ama alınmaktan kendimi alamıyorum diyorsun yani.” dedi Ege onun yerine cümleyi tamamlayarak.

“Kısaca evet.” dedi Deniz kestirip atarak. Ege bir şey demek için ağzını açtı ama Deniz’in devam ettirmek istemediğini anlamış gibi sustu. Deniz yemeğinin ardından da özel ikramını yedi. Tatlıda ona tanıdık gelen bir tat vardı. Dante’nin yaptığına çok benziyordu. Tatlısını bitirdikten sonra oturduğun yerden doğruldu. Bu ikram için teşekkür etmesi ve yapanla tanışması gerekiyordu. Ege şaşkın bakışlarını Deniz’e çevirip,

“Nereye?” diye sordu. Deniz onun yüzünün ifadesine güldü.

“Bu özel ikram için teşekkür etmeye tabii ki.” dedi Deniz onun çenesini sıkarak. O sırada hostes onun kalktığını görmüş olmalı ki, hemen Deniz’in yanına geldi.

“Bir sorun mu vardı?” dedi içtenlikle gülümseyerek. Deniz elini kızın koluna koydu.

“Hayır, tabii ki. Sadece bu güzel ve özel ikram için sana ve aşçıya teşekkür etmek istedim.” dedi Deniz gülümseyerek.

“Ah, öyle mi? Sizi aşçımızın yanına götüreyim." dedi eliyle gidecekleri yönü işaret ederek. Deniz genç kızın peşinden ilerledi. Gidecekleri yere varıp da kızın perdeyi kaldırmasıyla birlikte gördüğü yüz Deniz’e şaşkınlık dolu bir sevinç verdi.

“Mi stai prendendo in giro!” dedi Dante’ye içten bir gülümsemeyle. Karşısındaki beyaz aşçı önlüklü adam İstanbul’da her öğlen gittiği restorandaki İtalyan şef Dante’den başkası değildi çünkü. Deniz geçen hafta restorana gittiğinde Şef Dante’nin ayrıldığını duymuş ve çok üzülmüştü ama şimdi bu tatlı İtalyan karşısında duruyordu.

“Che bella sorpresa!” dedi Dante gülerek.

“Dante burada ne yapıyorsun?” dedi Deniz de gülerek.

“Burada çalışmaya başladım. Böylelikle arada ülkemi de görmüş oluyorum ve ikinci ülkemden de ayrılmamış oluyorum.” dedi Dante gülümseyerek.

“Tatlıda oldukça tanıdık gelen bir şeyler vardı. Yediğim an aklıma sen geldin. O yüzden buraya gelmek istedim.” dedi Deniz mutlu mutlu Dante’ye bakarak. Dante bunun üstüne bir kahkaha patlattı. Deniz de kendini tutamayıp ona eşlik etti.

“Neşeniz eksik olmasın.” dedi Ege o sırada içeriye girerek. Deniz arkasını dönünce Ege’yi gördü. Ege genç kadına gülümseyerek bakıyordu ama gözlerindeki kıskançlık kıvılcımlarını Deniz fark edebiliyordu.

“Ege, hayatım, gel ve bu mükemmel şefle tanış. Dante, bu yakışıklı beyefendi benim sevgilim, sevgilim bu muhteşem insan Dante benim en sevdiğim restoranın mükemmel yemeklerini yapan İtalyan aşçı.” dedi Deniz, Ege’nin elinden tutup Dante’nin yanına çekerek. Ege gülümseyerek başını eğdi. Dante de aynı şekilde karşılık verdi.

“Gelmeyince merak ettim. İnmemize on beş dakika var.” dedi Ege eli Deniz’in belinde genç kadına bakarak.

“Gerçekten mi? Farkında değilim.” dedi Deniz de şaşkınlıkla ona bakarak. Ardından Dante’ye dönüp,

“Prenditi cura di te, Dante! Ciao!” dedi gülümseyerek. Aşçıya el salladı ve Ege’nin kendisini yerlerine doğru sürüklemesine izin verdi.

“Sen benimsin!” dedi Ege oturduklarında kıskançlıkla kararmış gözlerle.

“Niye bunu bir anda böylesine ateşli bir şekilde söyleme gereği duydun?” dedi Deniz anlamayarak.

“İtalyan şeflerle gülmemen için.” dedi Ege somurtarak.

“Kıskandın mı yani?” dedi Deniz inanamayarak. Deniz başta onun şaka yaptığını sandı ve bir kahkaha attı ama Ege ona eşlik etmedi. Deniz gülmeyi kesip adamın yüzüne baktı. Ciddi gözüküyordu.

“Lütfen, Ege! Benim için sadece sen varsın! Bunu sana nasıl kanıtlayabilirim? Hayatımda sevdiğim ve değer verdiğim erkekler var. Onları hayatımdan çıkaramam. Ama senin yerinde olan kimse yok. Teksin.” dedi Deniz dürüstçe. Ege sesini çıkarmadı ve kollarını göğsünde bağlayıp arkasına yaslandı. O anki haliyle çocuk gibi duruyordu. Çocuk Ege’yi görmeyeli uzun zaman oluyordu. Deniz gülerek Ege’ye doğru eğilip dudaklarına bir öpücük kondurdu ve biraz geri çekildi.

“Bence sen beni bu uçakta beceremediğin için bu kadar sinirlisin.” dedi Deniz kasıtlı bir şekilde dudaklarını yalayarak. Ege’nin gözleri önce genç kadının dudaklarına ardından da hınzır pırıltıların dolaştığı gözlerine kaydı ve saklayamadığı seksi gülümsemesi dudaklarına yayıldı. Ege ağzını açıp bir şey söyleyecekken, kemer uyarısı ile ikili istemeyerek de olsa birbirlerinden ayrıldı. Ama Ege kemerini takmadan önce Deniz’in kulağına eğilerek,

“Bence bu konuşma burada bitmedi, benim güzel sekreterim.” dedi seksi bir tonlamayla. Deniz kemerini takarken güldü. Genç adam eski haline dönmüştü.
Havalimanında oyalanmadan otele geçtiler. Pullman Paris Eiffel Tower Hotel... (Merak edenler otelin adını Google'da aratabilir. Tek kelimeyle MUHTEŞEM!!!) Manzarası ve ihtişamıyla ünlü olan otelden içeri girdiler. Deniz resepsiyona gidip rezervasyon kontrolünü yaptırdığında küçük çaplı bir şok yaşadı. Normalde genç kadın üç tane Deluxe oda rezervasyonu yaptırmıştı ama resepsiyonistin ona söylediğine göre iki Deluxe ve bir adet Eiffel Süiti rezervasyonları vardı. Deniz resepsiyonistten özür dileyerek Eren’le muhabbete dalmış Ege’yi dürttü. Ege hemen genç kadına döndü.

“Odalarda bir sorun var.” dedi Deniz kaşlarını çatarak.

“Ne varmış odalarda?” dedi Ege muzip bir sırıtışla. Deniz onun hınzır sırıtışıyla neler olduğunu anlamıştı.

“Yapmadım de! Yapmadım de Ege!” dedi gözlerini şaşkınlıkla kocaman açarak.

“Neden bahsediyorsunuz, Deniz Hanım?” dedi Ege oyunbaz bir tavırla.

“Bir odaya on iki bin Türk lirası harcamadığını söyle!” dedi Deniz hafif öfkeli bir sesle.

“Yaptım!” dedi Ege umursamaz bir tavırla omuz silkip gülerek.

“Buna şirket imkanlarını kötüye kullanma denir.” dedi Deniz öfkeyle kaşlarını çatarak.

“Bebeğim, tamamıyla bu zevki cebimden ödüyorum. Yani o dediğini yapmıyorum.” dedi seksi gülümsemesiyle. Deniz genç adamın yüzündeki ifade karşısında ne dediğini bilemeyip öylece kalakaldı. Ege genç kadının nutku tutulmuş haline güldü.

“Hadi işlerimizi tamamla da yukarı çıkıp biraz olsun uyuyabileyim. Daha seninle Paris turumuz var.” dedi Ege gülümseyerek. Deniz kendini toparlayıp ona içten bir gülümseme attıktan sonra resepsiyoniste döndü. Kendisi de hemen Deniz’e dönüp,

“Mademoiselle?” dedi gülümseyerek.

“Pouvez-vous nous donner la clé de la chambre, s'il vous plaît?” dedi Deniz de gülümseyerek.

“Profitez de votre chambre!” dedi genç adam nazik bir sesle ve kartlarını uzattı.
Deniz odaya girdikleri anda derin bir nefes aldı. Odanın mükemmelliğini anlamaya sözler yetmezdi ama ikisinin de odaya hayran kalmaya ya da balkondaki Eiffel manzarasına bakmaya mecalleri yoktu.. Bu yüzden üstlerindekileri zorla çıkartıp kendilerini King Size yatağa bıraktılar. Serin ve rahat yatak onları kısa sürede uykunun kollarına çekti.

Şarkı: The Rixton_ Me and My Broken Heart 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sekreter // 18. Kalbin Gizemli Dünyası

Sekreter // 21. Açık Hayal Kapısı

Çırpınırken // 1.